Yeni nesil ekmekçiliğin en önemli özelliği, ‘ekmek yapım süreci’nin tüm ayrıntılarıyla mesleğin konusu olması. Maya, buğday, hamur yapımı, malzeme kullanımı gibi tüm bileşenler bir dilim ekmekte tüm hikâyesini bizimle paylaşır. 3. nesil ekmekçiler işte tüm bu bileşenleri önemsiyor ve onları yönlendiriyor.
Yeni nesil ekmekçiliği anlatabilmek
için dilerseniz, ekmekçiliğin kısa bir tarihine bakalım. Ekmeğin geçmişi,
insanın yerleşik hayata geçmesine kadar, hatta daha da eskiye gitmekte.
Ekmekçilik de buğday kadar eskiye gidiyor. Geleneksel anlamda ilk fırının
milattan önce 2000 yıllarında Mısır’da yapıldığı bilinmektedir. Hatta aynı
dönemde mayanın da bulunduğunu bilmekteyiz. Mısırlılar kubbe biçiminde ilk
ekmek fırınını yaptılar. Bu teknikle yapılan fırınların içerisinde ısı ekmeğin
her tarafına eşit biçimde ulaşabiliyordu. Bu, daha kaliteli ve daha çok ekmek
üretmek anlamındaki en önemli adımdı.
Beyaz unun yaygın kullanımı 1800’lü yılların sonlarına denk
gelmektedir. Fırının icadıyla beraber ekmeklerin fırınlarda toplu olarak pişirilip
satışa sunulmasını ekmekçilikteki ilk aşama olarak adlandırabiliriz.
Birinci
nesil ekmekçilik uzun yıllar deneyimlediği tüm bilgi ve birikimini nesilden
nesile aktardı.
Yüzyıllar boyunca fırınlarla ilgili pek çok uygulama yapıldı.
Osmanlı’da fırıncılıkla ilgili loncalar ekmekçiliğin kurallarını koyarken
fiyatları da belirledi. Avrupa’da ilk ekmek mahkemeleri kuruldu. Ekmekçiliğin
ilk dönemi dediğimiz bu dönemde dünyanın farklı yerlerinde herkesin kullanabileceği
mahalle fırınları kuruldu. Bu fırınlar ve loncalar ekmekçiliğin tüm mirasını
geleceğe aktardı.
İkinci nesil fırıncılığa baktığımızda artık verimi artırılmış
buğday türlerinin endüstriyel fabrikalarda öğütüldüğünü ve yine büyük üretim
bantlarında ambalajlı olarak uzun raf ömrü olan ekmeklerin üretildiğini
görüyoruz. Endüstrileşmeyle beraber aynı zamanda tek tip, lezzet hedefi olmayan
çeşitli ekmekler market raflarını aldı bu dönemde.
Değişen yiyecek-içecek alışkanlıkları, tarımsal üretimdeki
değişiklikler, farklı müşteri beklentileri derken ekmekçilikte de üçüncü nesil
artık kendini göstermeye başladı.
Neydi peki üçüncü nesil ekmekçilik? Ayak sesleri çoktan
duyulmaya başlamışken değişen ekmekle ilgili, yeni ekmekçiler ne söylüyordu
bizlere?
Yeni
nesil ekmekçilerin acaba hamurunda mı bir değişiklik vardı; kimdi bunlar?
Evet, onlar eğitimliydi. Dünyayı kasıp kavuran gastronomi rüzgârında
ekmekçilikte de olumlu gelişmeler, farklı akımlar var. Kimileri sağlıklı ekmeğin
peşinden koşarken, kimileri daha lezzetli ekmeğin izlerini sürüyor. Yeni nesil
ekmekçiler ekmekçiliğin eğitimini almış olup, hammadde, ekipman ve ekmek
teknolojisine hakimler. Şöyle ki şu anda Türkiye’de pek çok üniversitenin
gastronomi bölümlerinde ekmekçilik bölümü bulunmakta olup, aynı zamanda özel
kurslarda da geniş kapsamlı eğitimler verilmektedir.
Ekmeğin Hikâyesini
Anlatan Ekmekçiler
Yeni nesil ekmekçiliğin en önemli özelliği, ‘ekmek yapım
süreci’nin tüm ayrıntılarıyla mesleğin konusu olması. Maya, buğday, hamur yapımı,
malzeme kullanımı gibi tüm bileşenler bir dilim ekmekte tüm hikâyesini bizimle
paylaşır. 3. nesil ekmekçiler işte tüm bu bileşenleri önemsiyor ve onları
yönlendiriyor. Sonunda ekmeğin hikâyesine kendi öykülerini katmış oluyorlar.
Doğanın tüm renkleri hava, nem, su, buğdayın türü ve yapısı her ekmek
lokmasında ustanın izleriyle kendini yansıtıyor.
Yerel Ve Doğal
Hammaddenin Yükselişi
Eğitimli ekmekçilerin en önemli özelliklerinden biri;
kullandıkları hammaddeyi seçerken yerel, doğal buğday olmasını önemsemeleri. Buradaki
en önemli sorun bu tür buğdayların çok az üretilmesi ve maliyetlerin yüksek
olması. Bu sebeple yeni nesil ekmekçiler daha az sayıda nitelikli ve kişiliği
olan ekmekler üretebiliyorlar. Kişiselleştirilmiş ekmekler, herkesle aynı
lezzeti tatmak istemeyen kendine ait bir mutfak kültürü olan bireyler için
bulunmaz bir fırsat. Şöyle ki az sayıda üretilmiş özel ekmeklerle kurulan
sofralar kişiye özel lezzetlerin sunulduğu bir şölene dönüşüyor.
Sağlıklı Ekmeğe
Methiye Düzen Yeni Nesil Fırıncılar
Fabrikasyon, katkı maddeli, standart unlarla standart üretim
yöntemleriyle yapılmış ekmeklerin yerine; tam buğday, tam çavdar unu gibi daha
kaliteli ve sağlıklı unlarla yapılan lezzetli ve sağlıklı ekmekler saygıyı hak
ederken, yeni nesil ekmek ve fırıncılık da gastronomideki anlamlı yerini
alıyor.
Ustalıkla
Mühendisliğin Birleştirilmesi
Üçüncü nesil ekmekçiliği tanımlarken ‘mühendislikle ustalığın
birleşimi’ dersek sanırım yanlış söylemiş olmayız. Onlar fırıncılıktaki
binlerce yılın geleneği ve deneyimini, günümüz üretim teknikleriyle
birleştirerek geleneği geleceğe taşıyor. Geleceğin ekmek tasarımı geçmişin
izleriyle yeniden şekilleniyor.
Kutlama Sofralarına
Hediye Edilen Ekmek Dilimleri
Eski Mısırlılarda ekmek
doğumdan ölüme kadar her olayda törenlerin ana konusu olmakla beraber, ekonomik
hayat ve refaha katkısı en büyük nimet olarak kabul edilmekteydi. Binlerce yıl
sonra sofralar değişse de yemek çeşitleri farklılaşsa da buğday her daim ana besin
maddesi olma özelliğini korumuştur. Yeni ekmekçilik geçmişte olduğu gibi
günümüzde de ekmeğe verdiği değerle tüm zamanlara gönderme yapıyor. Belki de
uzun zamandır ekmeğin gördüğü değeri yeterli bulmayan yeni nesil ekmekçiler
ekmeği geliştirirken sofradaki yerini de değiştirip, özelleştiriyor. Düne kadar
sofrada özel bir yeri olmayan, düşük gelir gruplarının tercih ettiği ekmek,
artık en özel besin maddeleriyle şık buluşmalar yaşıyor. En lezzetli balık, en
özel et ve sebzelerle ekmek arası, ekmek üstü lezzetleri yeni nesil ekmekçiler
yaratıyor ve gastronomiye armağan ediyor.
Ekmeğin En Sevdikleri
Ekmekçiliğin en lezzetli
dönemini yaşadığı şu günlerde yeni nesil fırınlarda sadece ekmek değil, birçok
farklı çörek, sandviç, simit çeşitleri lezzet severlere sunuluyor.
Geleneğin Lezzeti Geleceğe Taşınıyor
Yeni nesil fırıncıların
sektöre en önemli katkıları; ekmekçiliğin geçmişteki olumlu ve sağlıklı
uygulamalarını ve tekniklerini altın sandıklardan çıkarıp, ustalıklarına
almaları ve geleceğe taşımaları. Anadolu fırıncılık anlamında da zengin bir
geçmişe sahiptir. Evliya Çelebi ‘Seyahatname’sinde; “Tam üç ay bayatlamadan
kalabilen ekmekler yapar, bunları deve sırtında İran sarayına bile gönderirler.”
diye yazmıştı Anadolu’daki fırıncılarla ilgili olarak. Şu anda birçok butik
ekmek fırınında Anadolu’nun değişik ekmek türleri geleneksel yöntemlerle
üretilip, unutulmaktan kurtarılmaktadır.
Dünyanın Ekmeğini Dünyanın Lezzetiyle Buluşturan Yeni
Nesil Fırıncılar
Yeni Nesil Ekmekçilerin Ayak Sesleri Mutfakta
Çoktandır uzaklardan gelen
kısık ayak sesleri artık mutfaklarda emin adımlarla hamur yoğuruyor. Mutfaktaki
farklı lezzet arayışları mutfak şeflerinin de yeni uygulamaları denemelerini
sağlıyor. Dönem dönem mutfakta değişik eğilimler revaçta olmakla beraber, asıl
önemli konu ustalığın her daim başat değer olarak kabul edilmesi. Artık
eğitimli ve vizyon sahibi ekmekçiler hamur yoğurmada ve ekşi maya kullanımında
geleneksel yöntemlerle teknolojiyi birleştirip, lezzeti üst noktalara taşıyacak
çok özel teknikler kullanıyorlar. Yeni nesil fırınlar, ekşi maya tekniği gibi noktalar
hepsi ekmekçiliğin geleceği için, ustalara kendi tarzlarını yaratmaları için
olanak sunuyor. Ekmekçiliğin en ufak ayrıntısına kadar usta ellerle buluşması ekmek
zanaatkârının hamuru yoğururken kendi ustalığını ve kültürünü oluşturmasını
sağlıyor. Yeni nesil ekmekçiler büyük mutfaklarda da ağırlıklarını
hissettirmeye başladı. Yakın geçmişe kadar tedarik yöntemiyle standart ekmek
kullanan büyük şef mutfakları, Michelin yıldızlı mutfaklar artık içerisinde
önemli ekmek ustalarını barındırıyor. Mutfaktaki her türlü deneme, ekmeği de
kapsayarak, menüler ekmekle beraber tasarlanıyor. Bu anlamda; ekmeğin
sofralardaki gerçek değerini bulması, ekmek ustalarının sektörde doğru
algılanması için yeni nesil fırıncıların çok önemli katkıları oluyor. Ekmeğin
kendi içindeki değişiminde de -özellikle de klasik deyimle beyaz ekmekten esmer
ekmeğe geçişte- önemli roller üstlenmektedirler. Çünkü geniş kitleler
tarafından esmer ekmeğin yapımı da yenilebilirliği de göründüğü kadar kolay
değildir. Burada post-modern fırıncılar, kişisel katkılarıyla, esmer ve
sağlıklı ekmeğin bireyler tarafından tüketilmesi yönünde de önemli çalışmalar
yapmaktadırlar.
Yeni nesil ekmekçiler, ekmek tartışmalarının bu kadar yoğun yaşandığı bir
dönemde, özellikle de doğru tekniklerle yaptıkları sağlıklı ekmeklerle bu tür
çevrelerle çok sağlıklı bir diyaloğun içine girmiş olup, ekmekçiliği doğru bir
şekilde temsil etmektedirler. Burada kamuya düşen; tam tahıllı unlardan uygun
fiyatlı ekmekler yapılabilmesi için bu tür tahılların ekiminin desteklenmesi, küçük
üreticilerin korunmasıdır. Zira yeni nesil ekmekçinin en önemli hammaddesi
uygun maliyetle ulaşabileceği tam tahıl unlarıdır.
Yeni nesil fırıncıların yarattığı kişiselleştirilmiş ekmek lezzetleri
sofralarımızda ve lezzet mirasımızda hak ettiği yeri alıyor. Hadi, siz de
kendinize uygun bir ekmek lezzeti için dışarı çıkın ve farklı ekmek
deneyimlerinizi oluşturun.
Günümüzde birçok insanın favori içeceği olan ve ülkemizde de neredeyse siyah çay ile yarışacak düzeye gelen KAHVE, sadece zevk içeceği midir yoksa sağlığımıza yararı da var mıdır? Bu soruya cevap bulmak için bilim insanları yıllardır birçok çalışma yaptı, bunlarla sizleri bunaltmayı düşünmüyorum tabi ki, sadece sizler için kısa bir derleme yapmaya çalışacağım.
En büyük çalışmalardan biri olan ve 70.000’den fazla kişinin yıllarca izlenmesi sonucu elde edilen veriler SÜT TOZU/KREMA/ŞEKER katılmadan kahve içenlerin, hiç içmeyenlere göre daha az miktarda kalp krizi ve beyin felci geçirdiklerini gösterdi ve sonradan gelen birçok çalışma da bunları destekledi. Genel görüş şu anda sade kahve içmenin (Filtre kahve, espresso, Türk kahvesi fark etmeksizin) kalp damar sağlığı üzerinde olumlu etkilerinin var olduğu yönündedir.
Peki istediğimiz kadar içelim mi? Bu sorunun yanıtını aramak için de birçok analiz yapılmış, muhteşem bir içecek olan ve onsuz yapamadığımız suyun bile aşırısının zararlı olduğu düşünüldüğünde cevabı bulmak çok da zor olmasa gerek. Yakın zamanda yapılan bir çalışmada özellikle haftada 6 kupadan daha fazla kahve içmenin bazı ritm bozukluklarına (Atrial Fibrilasyon) yatkınlığı artırdığı gösterildi. Bir diğer çalışmada ise erkeklerde fazla kahve içmenin kötü kolestrol (LDL) düzeyini artırdığı gözlenmiş. Fakat bu özellikle ailesel kolestrol yüksekliği olan kişilerde gözlenmiş, eğer kolestrol yüksekliği yok ise bu yükselme izlenmemiştir.
Madem ölçülü alındığında kalp ve damar sağlığımızı olumlu etkiliyor, çarpıntım olsa da kendimi içmek için zorlamalı mıyım? Anti-oksidan etkilerinin olduğu bilinen ve yağ yakıcı (lipoliz) etkisinden dolayı popüler diyetlerin vazgeçilmezi kahvenin içerisinde uyarıcı bir madde olan kafein bulunmakta ve hassas kişilerde bir bardak içmek dahi çarpıntı hissi uyandırabilmektedir. Kafein çikolata, çay dahil birçok üründe mevcut; fakat kafein dozları tabi ki biraz farklı. Bir çay bardağı siyah çayda 11 mg kafein varken, aynı miktardaki kahve 41 mg kafein içerir ve bunu bir fincan kahve yaparsanız doz 100 mg’dır. Her insanın kafeine tepkisi farklıdır, bazı insanlar 5 bardak içse dahi bir sıkıntı yaşanmazken bazı insanlar bir bardaktan dahi etkilenebilir. Ritm bozukluklarını tetikleyebilecek kafein bu tür kişilerde yarardan çok zarar getirebilir, yani ilaç gibi görülüp tüketilmesi önerilmez!
Unutmayalım ki kafenin düzenli alım sonrası bağımlılık yaratmakta ve alışılan dozda alınmadığı takdirde baş ağrısı, sinirlilik, anksiyete, bitkinlik yapmaktadır. Birkaç hafta dayanıldığı taktirde tüm bu yoksunluk belirtileri yok olacaktır.
“Kafeinsiz kahvelerin de olumlu etkileri var mı?” Bu sorunun kesin bir cevabı olmamakla birlikte, kavrulmasının yanı sıra ekstra işlemlerden geçerek üretilen bu üründen filtre kahve ve Türk kahvesi gibi daha saf kahveler ile aynı etkilerin beklenmesi pek de akılcı görülmemektedir.
Peki ya çocuklar? Birçok ülkede çocukların kafein tüketmesi 12 yaş öncesinde önerilmez. Çikolatada dahi bulunan kafeini engellemek ne kadar mümkün olabilir? Bu yüzden bazı ülkelerde yaşa göre günlük kafein tüketimi önerileri bulunmaktadır. Bu öneriler şu şekildedir; 4-6 yaş arasında 45 mg/gün, 7-9 yaş arasında 62.5 mg/gün, 10-12 yaş arasında 85 mg/gün, 12 yaş üzerinde 100 mg/gün kafein alımı şeklindedir. Özellikle büyüme çağındaki çocuklarda kahvenin büyüme hormonuna etkilerinden dolayı akşam 18:00 sonrası tüketilmesi önerilmemektedir!
Sonuç olarak size çarpıntı ve huzursuzluk yapmayacak dozu bilip alınan sade kahvenin (krema/süt tozu/şeker olmadan) olumsuz bir etkisi yoktur ve kalp damar sağlığına etkileri de düşünüldüğünde tüketilmesi yararlı gözükmektedir. Aşırı dozda kullanmanın bağımlılık yapıcı etkilerinin olduğu bilinip ölçülü tüketmek oldukça mantıklı olacaktır.
Modern Türkiye’nin, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 85. yıl dönümü. Her geçen sene ülkemiz için yaptıklarına tekrar tekrar minnettar oluyor, vizyonerliğine hayran kalıyor, onu büyük özlemle ve saygıyla anıyoruz. 10 Kasım haliyle her sene buruk geçiyor.
Bu sene Atatürk’ü anarken, konuyu gastronomi ile birleştirmek istedik. Atatürk’ün gösterişten uzak, sade yaşam tarzı yemek alışkanlıklarına da yansımış. Çok yemek yemeyi hem sağlığa zararlı bulan hem de tasarruf etmenin önemine inanan Atatürk’ün sofraları hep sade ve gösterişsiz olurmuş.
Oldukça yalın bir kahvaltı ile güne başlarmış. Bir dilim ekmek ve bir kase yoğurt yiyerek başladığı gününün devamında gazetesini okurken kahvesini içermiş. Kahveyi çok sevdiği ve günde mutlaka birkaç fincan tükettiği söyleniyor.
En sevdiği yemeklerden biri kuru fasulyeymiş, yanında da pilav yermiş. Buna okulda alıştığını söylermiş. Çocukluğunda annesinin mutfağından Selanik usulü ıspanaklı böreği çok sever, yanında da ayran içermiş. Ayran çok sevdiği ve çok sık tükettiği bir içecekmiş.
Akşam yemeklerini davetliler ile birlikte yemeyi seven Atatürk, sofrada uzun uzun vakit geçirmeyi severmiş. Yine bu sofralarda da bamya ve karnıyarık gibi yemekler olurmuş. Et çok sık tüketilen bir besin değilmiş. Davet sofraları da yine sade olurmuş, çeşit çok olmazmış. Atıştırmak istediği zamanlarda ise kavun, tuzlu leblebi ve fıstık en çok tercih ettikleriymiş.
Yemek sonrası elbette ki geç saatlere kadar çalışan ve okuyan Atatürk, acıktığı zaman omlet yermiş. Tatlı ile çok fazla arası yokmuş ama gül reçeli, yoğurt pekmez gibi sade tatlıları arada tüketirmiş. Ayrıca seyahatlerinde ikram edilen yemekleri reddetmez, keyifle tüketirmiş ama günlük hayatında çok çeşitli yemezmiş.
Ulu Önderimizin ölümünün 85. yıl dönümünde onu özlemle, saygıyla ve minnetle anıyor, bize açtığı aydınlık yolda yürümeye devam ediyoruz.
Oldukça uzun bir hazırlama sürecinden geçen, kısık ateşte uzun uzun pişirilmiş sanatsal bir intikam yemeği sunuyor The Menu bizlere. Servis edilen her lezzet ile gerginliğin derinliğine doğru ilerliyoruz ve duyular için özenle hazırlanmış bu şölen, giderek daha da karanlık bir hale geliyor.
Aylar öncesinden rezervasyon ile deneyimleme şansı bulabileceğiniz, her ürününü kendisi özel olarak yetiştiren, bütün duyulara hitap eden ve yemeği sanata dönüştüren bir adada, bir ‘fine dining’ restoranındayız. Bu restoranda çalışan herkes bu adada yaşıyor, her ürün adadan temin ediliyor, restoran misafirleri ve çalışanları dışında adaya hiçbir şekilde ulaşım bulunmuyor. Şefimiz Slowik buranın yıldızı, lideri, en çok korkulan ve saygı duyulan ada sakini. Özenle tasarladığı, travmalarıyla harmanladığı yemekleri film boyunca bir bir deneyimliyor, her bir yemekle birlikte daha da karanlığa doğru ilerliyoruz.
The Menu, Ralph Fiennes, Anya Taylor-Joy, Nicholas Hoult gibi popüler isimleri bir araya getiren bir kara mizah – gerilim filmi. Filmin yönetmeni Mark Mylod, senaristler ise Seth Reiss ve Will Tracy. Fine dining restoranlarının ilkelerine, şeflerin sanatının bir takıntı haline gelmesine, zevksizliğe ve toplumun zengin tabakasına bir eleştiri niteliği de taşıyor. Toplumu alanlar ve verenler olarak ikiye ayırıyor, her birini ayrı ayrı eleştiriyor, yıkım için kabaran bir iştah sunuyor seyirciye.
Hem yemekle ilgili olduğu için, hem de film ilerledikçe gerilim miktarı arttığı için seyircinin dikkatini de uzun süre tutabilen bir film The Menu. Kara mizah ve gerilimin gastronomi ile birleştirilmiş halini izlemek isterseniz tavsiye ederiz, keyif alacaksınız.