Connect with us

Dosya

Güz Güzeli “CEVİZ”

Sen bana 8 sene bak ben sana 80 sene bakarım diyen ceviz ağacına iyi bakamadık maalesef.

Yayınlanma zamanı

-

Anavatanı yukarı Mezopotamya olan ceviz ağacı bütün Anadolu’ya yayılmış. Anadolu insanı yaklaşık 3000 yıldır tanıyor ceviz ağacını.

Tarla ve bahçelere bilinçli olarak dikilmesinin haricinde gördüğümüz bazı ceviz ağaçları ise ağızlarının tadını bilen kargaların eseri; yedikleri cevizleri taşırken düşürmeleri sayesinde dağların tepelerinde olmadık yerlerde şahane ceviz ağaçları var.

Tabii sincapların katkısını da unutmamak lazım çünkü sincaplar, sonbaharda sakladıkları cevizlerin yüzde otuzunu nereye sakladıklarını unutuyorlar her ceviz için ayrı çukur açıp saklayan sincaplar sayesinde bu bir tür doğal ceviz ekimi oluyor.

Ceviz ağacı tam anlamıyla şahsına münhasır.

Diğer ağaçlara pek benzemiyor. Çevresine kökleriyle mesafe koyarak yakınında başka ağaçları barındırmıyor.

Üstelik heybetli gölgesinde hiç misafirperver değil. Halk arasında “ceviz ağacının gölgesinde oturulmaz” denmesi doğru, çünkü ceviz ağacı sülfür gazı salgılıyor. Bu gaz havadaki diğer gazlardan ağır olduğu için aşağıya doğru iniyor.

Yaşar Kemal bu durumu ”Ceviz ağacı çok değerlidir ama gölgesi ağırdır.” diye bir cümlede özetlemiş Tek Kanatlı Kuş adlı romanında.

Zehirli değil ancak halsizlik yarattığı için insanları sersemletiyor. Bu yüzden ceviz toplanırken bir kişinin bir saatten fazla ağaçta kalmamasına özen gösteriliyor ki halsizlik nedeniyle ağaçtan düşmesin. Nöbetleşerek yapılıyor ceviz toplama işlemi.

Bu arada ceviz ağacı sülfür gazını gölgesinde kimse oturmasın diye salgılamıyor elbette, kendini böceklere karşı böyle savunuyor. İyi ki de savunuyor, çünkü salgıladığı sülfür gazı ozon tabakasını tamir ediyor.

Tam bir devrimci! Kendini savunurken dünyayı kurtarmaya uğraşıyor, yardımlaşma ile meyvelerini toplatıyor.

Kesilen ceviz ağaçlarının budaklarında öyle motiflere rastlanılıyor ki görsel hafızası olduğuna inanılıyor. Her ceviz ağacının ömründe bir saat yakınındaki bir cismi ya da canlıyı fotoğraflayarak içine nakşettiği söyleniyor. Son yıllarda Kastamonu’da kesilen ceviz ağacının budağında oldukça net görülebilen kadın silueti olduğu düşünülürse haksız olmadıkları belli.

Nazım Hikmet yapraklarım gözlerimdir diyor o meşhur “Ceviz Ağacı” şiirinde.

Gövdesi çok düzgün olduğu için ceviz ağacının odun kısmı mobilya üretiminde, kaplamalarda, silah endüstrisinde, müzik aletleri yapımında, yer döşemelerinde ve daha birçok alanda kullanılıyor.

Bu kadar verimli Ceviz Ağacının hüzünlü bir hikayesi de var maalesef. 1933-1939 yıllarında Artvin’in Ardanuç ilçesindeki en genci 300 en yaşlısı 500 yıllık ceviz ağaçları kesilerek yok pahasına Almanya’ya gönderiliyor. 2. Dünya Savaşı ve dönemin zor ekonomik koşulları düşünülse dahi affedilemeyecek bir kıyım yaşanmış olduğu bir gerçek.

Cevizin yeşil kabuğu bile boya, ilaç ve kozmetik sanayinde oldukça önemli bir hammadde olarak kullanılıyor.

Gelelim Ceviz’e:

Antik çağlardan beri ceviz yiyecek ve ilaç olarak başköşede yerini alıyor. Pontus kralı zehirlenmelere karşı panzehir olarak Romalılar doğurganlık iksiri ve akıl hastalıklarına karşı çözüm olarak kullanıyor.

Romalılar belki cevizin şeklini beyine benzettikleri için akıl hastalıklarında ilaç olarak kullanıyorlar ama sonrasında bilim onları haklı çıkarıyor.

İçeriğinde gümüş olan tek yiyecek ceviz, gümüş iyonuna ihtiyacı olan tek organ ise beyin.

Cevizde yüzde 50-72 oranında yağ var. Kabuklu meyvelerin en yağlısı ama bu yağ çok faydalı. Kan şekeri ve kolesterolü dengelerken kardiyovasküler hastalıklara koruyucu etki yaptığı bilim insanları tarafından ispatlanmış durumda. O kadar çok faydası var ki nelere iyi gelmediğini araştırmak daha kolay sanki.

Yaklaşık bin yıllık ömre sahip ceviz ağaçlarının hasadı sonbahar mevsiminde yapılıyor. Tazesi bir başka lezzet, kurusu ise mutfaklarda anahtar konumunda.

Anadolu mutfağı baklavadan Çerkez tavuğuna içli köfteden kadayıfa Sinop mantısından pestile kadar cevizin hakkını veriyor.

Osmanlı Döneminde de ceviz epey kıymetli, bin bir zahmetle reçeli yapılıyor, ticari açıdan da önemli ki üzerinden öşür (vergi) alınıyor.

Cevizin ticaretini ilk kez Yunanlılar gerçekleştirmiş.

Kabuklu ve kabuksuz olarak ticareti yapılan cevizin onlarca çeşidi var. Üreticiler Çin, ABD, İran ve Türkiye olarak gözükse de ülkemiz talebi karşılayamadığı için artık ithal eden konumunda.

Hakkari’de bayram şekeri olarak cevizin dağıtıldığı ya da Kasımpaşa’da yolların baştan başa ceviz ağaçlarıyla süslendiği günler çok eskide kaldı.

Sen bana 8 sene bak ben sana 80 sene bakarım diyen ceviz ağacına iyi bakamadık maalesef.

Ceviz kurdu, ufacık bir delik bularak cevizin içine girer yer yer şişmanlar artık doyduğunu hissedince çıkmak ister ve çıkamaz anlar ki tek çözüm eski haline geri dönmektir.Günlerce aç kalır eski bedenine geri döner ve özgürlüğüne kavuşur.

Belki bizim ceviz meselemiz de özümüze dönmemizle çözülür kim bilir…

Tamamını Oku

Dosya

Kahve ve Sağlık

Published

on

Günümüzde birçok insanın favori içeceği olan ve ülkemizde de neredeyse siyah çay ile yarışacak düzeye gelen KAHVE, sadece zevk içeceği midir yoksa sağlığımıza yararı da var mıdır? Bu soruya cevap bulmak için bilim insanları yıllardır birçok çalışma yaptı, bunlarla sizleri bunaltmayı düşünmüyorum tabi ki, sadece sizler için kısa bir derleme yapmaya çalışacağım.

En büyük çalışmalardan biri olan ve 70.000’den fazla kişinin yıllarca izlenmesi sonucu elde edilen veriler SÜT TOZU/KREMA/ŞEKER katılmadan kahve içenlerin, hiç içmeyenlere göre daha az miktarda kalp krizi ve beyin felci geçirdiklerini gösterdi ve sonradan gelen birçok çalışma da bunları destekledi. Genel görüş şu anda sade kahve içmenin (Filtre kahve, espresso, Türk kahvesi fark etmeksizin) kalp damar sağlığı üzerinde olumlu etkilerinin var olduğu yönündedir.

Peki istediğimiz kadar içelim mi? Bu sorunun yanıtını aramak için de birçok analiz yapılmış, muhteşem bir içecek olan ve onsuz yapamadığımız suyun bile aşırısının zararlı olduğu düşünüldüğünde cevabı bulmak çok da zor olmasa gerek. Yakın zamanda yapılan bir çalışmada özellikle haftada 6 kupadan daha fazla kahve içmenin bazı ritm bozukluklarına (Atrial Fibrilasyon) yatkınlığı artırdığı gösterildi. Bir diğer çalışmada ise erkeklerde fazla kahve içmenin kötü kolestrol (LDL) düzeyini artırdığı gözlenmiş. Fakat bu özellikle ailesel kolestrol yüksekliği olan kişilerde gözlenmiş, eğer kolestrol yüksekliği yok ise bu yükselme izlenmemiştir.

Madem ölçülü alındığında kalp ve damar sağlığımızı olumlu etkiliyor, çarpıntım olsa da kendimi içmek için zorlamalı mıyım? Anti-oksidan etkilerinin olduğu bilinen ve yağ yakıcı (lipoliz) etkisinden dolayı popüler diyetlerin vazgeçilmezi kahvenin içerisinde uyarıcı bir madde olan kafein bulunmakta ve hassas kişilerde bir bardak içmek dahi çarpıntı hissi uyandırabilmektedir. Kafein çikolata, çay dahil birçok üründe mevcut; fakat kafein dozları tabi ki biraz farklı. Bir çay bardağı siyah çayda 11 mg kafein varken, aynı miktardaki kahve 41 mg kafein içerir ve bunu bir fincan kahve yaparsanız doz 100 mg’dır. Her insanın kafeine tepkisi farklıdır, bazı insanlar 5 bardak içse dahi bir sıkıntı yaşanmazken bazı insanlar bir bardaktan dahi etkilenebilir. Ritm bozukluklarını tetikleyebilecek kafein bu tür kişilerde yarardan çok zarar getirebilir, yani ilaç gibi görülüp tüketilmesi önerilmez!

Unutmayalım ki kafenin düzenli alım sonrası bağımlılık yaratmakta ve alışılan dozda alınmadığı takdirde baş ağrısı, sinirlilik, anksiyete, bitkinlik yapmaktadır. Birkaç hafta dayanıldığı taktirde tüm bu yoksunluk belirtileri yok olacaktır.

“Kafeinsiz kahvelerin de olumlu etkileri var mı?” Bu sorunun kesin bir cevabı olmamakla birlikte, kavrulmasının yanı sıra ekstra işlemlerden geçerek üretilen bu üründen filtre kahve ve Türk kahvesi gibi daha saf kahveler ile aynı etkilerin beklenmesi pek de akılcı görülmemektedir.

Peki ya çocuklar? Birçok ülkede çocukların kafein tüketmesi 12 yaş öncesinde önerilmez. Çikolatada dahi bulunan kafeini engellemek ne kadar mümkün olabilir? Bu yüzden bazı ülkelerde yaşa göre günlük kafein tüketimi önerileri bulunmaktadır. Bu öneriler şu şekildedir; 4-6 yaş arasında 45 mg/gün, 7-9 yaş arasında 62.5 mg/gün, 10-12 yaş arasında 85 mg/gün, 12 yaş üzerinde 100 mg/gün kafein alımı şeklindedir. Özellikle büyüme çağındaki çocuklarda kahvenin büyüme hormonuna etkilerinden dolayı akşam 18:00 sonrası tüketilmesi önerilmemektedir!

Sonuç olarak size çarpıntı ve huzursuzluk yapmayacak dozu bilip alınan sade kahvenin (krema/süt tozu/şeker olmadan) olumsuz bir etkisi yoktur ve kalp damar sağlığına etkileri de düşünüldüğünde tüketilmesi yararlı gözükmektedir. Aşırı dozda kullanmanın bağımlılık yapıcı etkilerinin olduğu bilinip ölçülü tüketmek oldukça mantıklı olacaktır.

Sağlıcakla kalın.

Doç.Dr. Mustafa Adem TATLISU Kardiyoloji Uzmanı

Tamamını Oku

Dosya

10 Kasım Özel: Ulu Önderimiz Atatürk Hangi Yemekleri Sever, Nasıl Beslenirdi?

Published

on

Modern Türkiye’nin, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 85. yıl dönümü. Her geçen sene ülkemiz için yaptıklarına tekrar tekrar minnettar oluyor, vizyonerliğine hayran kalıyor, onu büyük özlemle ve saygıyla anıyoruz. 10 Kasım haliyle her sene buruk geçiyor. 

Bu sene Atatürk’ü anarken, konuyu gastronomi ile birleştirmek istedik. Atatürk’ün gösterişten uzak, sade yaşam tarzı yemek alışkanlıklarına da yansımış. Çok yemek yemeyi hem sağlığa zararlı bulan hem de tasarruf etmenin önemine inanan Atatürk’ün sofraları hep sade ve gösterişsiz olurmuş. 

Oldukça yalın bir kahvaltı ile güne başlarmış. Bir dilim ekmek ve bir kase yoğurt yiyerek başladığı gününün devamında gazetesini okurken kahvesini içermiş. Kahveyi çok sevdiği ve günde mutlaka birkaç fincan tükettiği söyleniyor. 

En sevdiği yemeklerden biri kuru fasulyeymiş, yanında da pilav yermiş. Buna okulda alıştığını söylermiş. Çocukluğunda annesinin mutfağından Selanik usulü ıspanaklı böreği çok sever, yanında da ayran içermiş. Ayran çok sevdiği ve çok sık tükettiği bir içecekmiş. 

Akşam yemeklerini davetliler ile birlikte yemeyi seven Atatürk, sofrada uzun uzun vakit geçirmeyi severmiş. Yine bu sofralarda da bamya ve karnıyarık gibi yemekler olurmuş. Et çok sık tüketilen bir besin değilmiş. Davet sofraları da yine sade olurmuş, çeşit çok olmazmış. Atıştırmak istediği zamanlarda ise kavun, tuzlu leblebi ve fıstık en çok tercih ettikleriymiş. 

Yemek sonrası elbette ki geç saatlere kadar çalışan ve okuyan Atatürk, acıktığı zaman omlet yermiş. Tatlı ile çok fazla arası yokmuş ama gül reçeli, yoğurt pekmez gibi sade tatlıları arada tüketirmiş. Ayrıca seyahatlerinde ikram edilen yemekleri reddetmez, keyifle tüketirmiş ama günlük hayatında çok çeşitli yemezmiş. 

Ulu Önderimizin ölümünün 85. yıl dönümünde onu özlemle, saygıyla ve minnetle anıyor, bize açtığı aydınlık yolda yürümeye devam ediyoruz.

Tamamını Oku

Dosya

Kısık Ateşte Uzun Uzun Pişen Sanatsal Bir İntikam: The Menu

Published

on

Oldukça uzun bir hazırlama sürecinden geçen, kısık ateşte uzun uzun pişirilmiş sanatsal bir intikam yemeği sunuyor The Menu bizlere. Servis edilen her lezzet ile gerginliğin derinliğine doğru ilerliyoruz ve duyular için özenle hazırlanmış bu şölen, giderek daha da karanlık bir hale geliyor. 

Aylar öncesinden rezervasyon ile deneyimleme şansı bulabileceğiniz, her ürününü kendisi özel olarak yetiştiren, bütün duyulara hitap eden ve yemeği sanata dönüştüren bir adada, bir ‘fine dining’ restoranındayız. Bu restoranda çalışan herkes bu adada yaşıyor, her ürün adadan temin ediliyor, restoran misafirleri ve çalışanları dışında adaya hiçbir şekilde ulaşım bulunmuyor. Şefimiz Slowik buranın yıldızı, lideri, en çok korkulan ve saygı duyulan ada sakini. Özenle tasarladığı, travmalarıyla harmanladığı yemekleri film boyunca bir bir deneyimliyor, her bir yemekle birlikte daha da karanlığa doğru ilerliyoruz. 

The Menu, Ralph Fiennes, Anya Taylor-Joy, Nicholas Hoult gibi popüler isimleri bir araya getiren bir kara mizah – gerilim filmi. Filmin yönetmeni Mark Mylod, senaristler ise Seth Reiss ve Will Tracy. Fine dining restoranlarının ilkelerine, şeflerin sanatının bir takıntı haline gelmesine, zevksizliğe ve toplumun zengin tabakasına bir eleştiri niteliği de taşıyor. Toplumu alanlar ve verenler olarak ikiye ayırıyor, her birini ayrı ayrı eleştiriyor, yıkım için kabaran bir iştah sunuyor seyirciye. 

Hem yemekle ilgili olduğu için, hem de film ilerledikçe gerilim miktarı arttığı için seyircinin dikkatini de uzun süre tutabilen bir film The Menu. Kara mizah ve gerilimin gastronomi ile birleştirilmiş halini izlemek isterseniz tavsiye ederiz, keyif alacaksınız.

Tamamını Oku