Connect with us

Dosya

ANADOLU’NUN TAT BELLEĞİNDEN GELECEĞE…

Anadolu kendine has “tat belleğini” yaratırken binlerce yıl boyunca göç yolunda buluşmalar, göçten arda kalanların sofraya etkisiyle, hanların hamamların zamana bıraktıkları hepsi yemeğin hissettirdiklerini geleceğe taşıdı.

Yayınlanma zamanı

-

TAHIL HAFIZASI

Gıda israfı bir tarafta dursun yemeğin geleceği, oldukça stratejik tarım endüstrisinin en önemli parçası. “Yemek sanatı” kavramı, gelecekte yemeğin toplumları yönlendirmede ne kadar iddialı bir rol üstleneceğinin sinyalini veriyor.

Coğrafyanın tat belleği hiç kuşkusuz dünün çocukları olan bizleri ziyadesiyle etkiledi. Halil İbrahim sofralarının bolluk ve bereket algısı, paylaşmanın değeriyle zenginleşti çoğaldı. Dimağımıza saklı tatların hafızasında Anadolu uygarlıklarının tarım ve yemek hikayeleri saklı. Anadolu coğrafyasının lezzet paletinde Mezopotamya’nın toprağa karışmış güneşi, tohumun genetik mirası var. Dede Korkut masalları, Tapduk Emre’den miras nasihatler, Ezo gelinin dillere destan aşkı, tahılın süneyle mücadelesi “kımıl” oyunu tat hafızasının tarihini, tarifini oluşturdu. Taşkale tahıl ambarları, Divle Obruk zamana iliştirilmiş lezzetler saklıyor anılarında. Doğanın içine oyulmuş “tat sığınakları” geleneği, geleceği koruyan oyuklar.

Düğünler, cenazeler, doğum, gelin alma, kız isteme, sünnet her biri başka bir görsel şöleni belleğinin arka odasında yüzyıllar boyu saklayıp günümüze taşıdı.

Anadolu kendine has “tat belleğini” yaratırken binlerce yıl boyunca göç yolunda buluşmalar, göçten arda kalanların sofraya etkisiyle, hanların hamamların zamana bıraktıkları hepsi yemeğin hissettirdiklerini geleceğe taşıdı.

Baharat yoluyla başlayan kıtalar arası tat buluşmaları dünya mutfaklarını, aş kavramını başka bir geleceğe taşıdı.

Yeni dönem tabaklar, “tarihin mutfağında pişen tarifleri”  farklı sanat ve teknoloji ile buluşturup “zamansız tat hafızası” kavramını oluşturuyor.

Tat belleğinin geçmişine biraz bakalım mı?

Hititler her türlü meyve sebzeyi tahıla ekleyip Tanrılara reverans ettiler. Selçuklu tasavvuf sofrasında tuz ekmek hakkına paylaştı bir parça ekmeği, Osmanlı kuyruk yağı ile zenginleştirdi her ne varsa kilerinde.

Tarihin yeni zamanın düş olduğu yıllardan arta kalan zamanlarda sanayi devrimiyle hayata tutunda binlerce yıllık yokluk belleğiyle insanlık. Meyveleri sebzeleri koruyacak soğuk mu soğuk kutular, hayatına lezzet katarken çoğu zaman insanlığı mutlu etmeye yetmedi. Teknoloji bir çığ gibi gelse de belleğe hemhal olmuş tat tortuları, onu geçmişinden koparamadı.

1920’lere gelindiğinde modern insanın anılarına;  balonlu sakız tanıklık etmemişti henüz. Yumuşak dondurma dediğimiz “soft ıce cream” de yoktu elbette. Patlayan şeker, Red Bull laboratuvar raflarında icat kontenjanından doğru zamanı bekliyordu. Çoğu zaman “tıbbi tat” olarak yaratılan bir çok ürün zamanla popüler yiyecek içecek kültürüne dönüşüyordu.

Yeni nesil “tat sanatı” gıda endüstrisinin iştahını kabartmaya devam ediyordu bir zamanlar. Modern insan için yemek mutluluktan değil, dert küpüyle doluyordu çoğu zaman. Osmanlı Has fırında “yenilebilir sağlık kavramı” ile sofrasını kurarken aş ve deva aynı tabakta buluşuyordu. Diyet ve sağlık kavramı Sokrates, Platon gibi Antik Yunan filozoflarının vejeteryan beslenme modelinin başlangıcını oluşturuyordu. Modern tat mirasımız son 100 yılda keyif, eğlence, görsel şölen, uygun fiyat, gıdaya erişim gibi bir çok farklı unsur ile tasarlanıyordu.

KİŞİSELLEŞTİRİLMİŞ TAT DİZAYNI

Kişiselleştirilmiş beslenme 2030 yılına doğru dünyanın birçok ülkesinde yasal olarak belirli düzenlemelerle gelecek. Kişiye özel beslenmenin sağlık için gerekliliği bir yana gerekli tarımsal hammaddeyi üretmek geleceğin “tarım teknoloji” sarmalında ciddi bir uzmanlık gerektiriyor.

“Tat Rönesansı” geleceğin beslenme kaynaklarını ve etkilerini ortaya koyuyor. Altında; gezegene karşı duyarlılıklar, zorunlu seçimler, gıdaya erişim konusunda yaşanan olumsuzlukların etkileri var.

Bilimsel araştırmalar besinlerin herkeste aynı sonucu vermediği gerçeğini çoktan kabul etti bile. Bazı insanlar şekerli dondurma yediğinde kan şekeri yükselirken, diğerlerinin glikoz seviyeleri değişmiyor. Doğanın kadim bilgileri gibi bilimin tartışmalı alanları da giderek büyüyor. Sonuç; “kişiselleştirilmiş beslenme” geleceğin yıldızı. Genetik miras, coğrafyanın etkisi, aile dizilimi hepsi kişiye yemeğin kodları.

AÇLIK TERMOSTATI

“Açlık termostatı” coğrafyanın tokluk geçmişiyle, açlık travmalarına ayarlı. Fazla yeme isteği aslında; gelecek “kıtlık” ihtimaline karşın vücudun sigortası olarak depolanıyor. Farkında olmasak da toplumsal iştahlarımız gıda endüstrisi tarafından sürekli tasarlanıyor.

İŞTAH AYAR MEKANİZMASI

Her yıl kişi başı ortalama 1 kg daha ağırlaşıyoruz. İştah ayar mekanizmaları bizim dışımızda reklamlar, ambalajlar, trendler, tarifler başlığı altında gıda endüstrisi tarafından dizayn ediliyor. Hiç kimse kendi “iştah ayarını” kendi yapamıyor. Bize kalsa günlük enerjinin 1/3’den daha azıyla ertesi günü atlatabiliriz. “Biyolojimize yapılan ince ayar” geleceğimizin “tat belleğine” izler bırakıyor.

DOST TEKNOLOJİ İLE GELECEĞİN TAT BELLEĞİ

BBC Focus dergisinde yayımlanan bir makaleye göre; gelecek on yılda genetik ve biyomoleküler bilim sayesinde tarımsal ürünlerin istenilen protein ve vitaminler bakımından zenginleştirilmesi sağlanacak.

Dünyanın en etkili DNA makası olan CRISPR Cas9 enzimi, biyoteknoloji ve genetiği kökten değiştiriyor. CRISPR insan DNA’sındaki genlerin tıpkı bilgisayara yazı yazar gibi kes-kopyala-yapıştır yöntemiyle yeniden düzenlenmesini sağlıyor

CRISPR Cas9 yöntemi, anne karnında süper kusursuz bebekler ya da mükemmel gıdalar için şans mı yoksa son mu? Gıdaların formları, akışkanlıkları, tatları, dayanıklılıkları, yaşattıkları haz hepsi geleceğin gıdaları için sadece başlangıç. Örneğin tahılda az olan metiyonun takviyesi başka bir tarım ürünü olan mısırdan alınabiliyor. 2008’de vücudun kalsiyum emilimin artıran değiştirilmiş havuçlar yaratıldı. Daha fazla protein içeren patates, daha fazla omega – 3 ve omega 6 yağına sahip keten tohumu proteince zenginleştirilmiş ürünlere örnek.

CRISPR-Cas9 yöntemi ile mutfaklarınızda,  alerjiyi tetiklemeyen yer fıstığına, et kadar yüksek protein taşıyan mercimeğe yer açın.

YENİ TATLARA TAT BELLEĞİNİZDE YER AÇIN

Baharat ve İpek yollarının keşfi tat zenginliğini yaratmış umaminin keşfi ile lezzet paleti iyice zenginleşmişti. Modern insan son 1000 yılın tat belleğini geleceğe taşıma konusunda oldukça hevesli adımlar atmışken; önümüzdeki yıllarda hiç bilmediğimiz yeni tatları keşfedeceğiz. Anadolu ata tohumu dalgasıyla uğraşırken tarımda teknoloji Silikon Vadisinin çoktan dikkatini çekti bile. Impossible Foods sürdürülebilir çevre dostu köfte olarak çoktan zincir oldu bile. Kimileri doğal olmayan gıda diye savaş bayrağını açsa da “dost teknoloji” kavramı tarım ve gıda endüstrisinin geleceği olacak.

TAT DİZAYNI

Gezen tozan tavuk reklamları şöyle dursun gıdanın geleceğinde tavuksuz yumurta gündemi belirleyecek gibi görünüyor. Şef Heston Blumenthal’ın “ “denizlerin sesi” yemeği yenirken deniz mahsullerinin lezzetlerini artırmak için dalgaların sesi dinletildi. Tabağın şekli, cipsin çıtırtısı, arka fondaki uğultu hepsi yemeğin lezzetini ve hissedilen hazzı etkileyen etmenlerden. “Nörogastronomi” marketingden sonra şimdi de tarım ve gıdanın gözdesi.

Geleceğin lezzet bileşenleri, yemek algısı, sağlık kavramı hiç kuşkusuz güçlü ülkelerin tarım politikalarıyla şekillenecek. Arıtılmış gerçeklik, aromatik sesler, kontrollü ışık oyunları hepsi geleceğin beslenme algısının bir parçası olacak. Tahıl tüketirken arka planda akan Göbeklitepe görüntüsü hiç kuşkusuz onun antik mutfakların bir parçası olduğu gerçeğini beyne iletirken tat reseptörlerini de yönlendirecek.

Kemoterapi alanların yaşadığı tat ve koku alma duyularını harekete geçirecek atıştırmalıklar

DARPA yüksek çözünürlüklü görsel – işitsel bilgileri ve potansiyel  koku ve tatları doğrudan beyne ileterek insan duyularını güçlendirmeyi amaçlayan implante edilebilir “sinir ara yüzleri” tasarlıyor.

Yenilebilir sprey boyalar, altın tozu uzun zamandır lüks yemek algısının konumlandırıldığı mutfaklarda sıkça kullanılıyor.

ÜÇ LOKMADAN İKİSİ ARI KAYNAKLI

Küresel tarımsal üretimin yaklaşık %35’i arılara ve diğer tozlayıcılara bağlı. tarım sisteminin merkezinde arılar var, afiyetle tükettiğimiz ilk 120 besinin % 75’inin tozlanması arılar sayesinde. Yediğimiz her üç lokmadan ikisi için arılara ihtiyacımız var. İhtiyacımız olan  likopenlerin, A vitamininin, kalsiyum, folik asit, lipitler, çeşitli antioksidanların, C vitaminin % 90’dan fazlası  tozlayıcılar tarafından çoğaltılan; sert kabuklu yemişler, meyveler, sebzelerden aldığımızı biliyor muydunuz.

Arıların, doğanın muazzam işleyişine katkısı nicelikten daha çok nitelik olarak önemli. Şöyle ki et için gerekli hayvanların, rüzgar ile tozlanan tahılların arılara belki ihtiyacı yok ama bir dilim ekmeğe, bir parça ete lezzet katan sosun aroması arıların tozladığı tarımsal ürünlerden geliyor. “tat belleği” için arılar kalite artırıcı, içerik oluşturucu misyon üstleniyor.

DÜNYANIN TADI ARILARDA

Mc Donald’s’ın 1975 yılında piyasaya sürdüğü ünlü Big Mac hamburger, tarihinin en büyük satışını yapar. Bir araştırmacı Big Mac ve arılar arasındaki “tat ilişkisini” araştırır. Yapılan araştırmada hamburger içerisinde bulunan 19 farklı tarımsal ürünün tozlanmasında arının rolüne bakar. Arının tozlayıcı olarak aktif rol aldığı ürünler hamburgerden çıkarılır. Arıların tozladığı meralardaki yoncaları yiyen sığırların eti, ekmeğe konulan susamın çiçeği, kıtır marulları, sosa konan baharatları tozlayan arılar hepsi çıkarıldığında hamburger tatsız tuzsuz bir yiyeceğe dönüşür. İşte arının tarımsal üretimdeki “tat belleğindeki rolü” bu şekilde bilimsel olarak açıklanır. Sonuç arılar olmaz ise dünya var olmaya devam eder ama bu kadar lezzetli olur mu asla.

YENİ ÇAĞIN EĞLENCESİ MUTFAK

Mutfakta yaratıcılık antik dönemlerden kalma keyifli bir gelenek. Taşınabilir fırınlar, öğütme makinaları modern mutfakların yıldızlarına uzak ara teknolojik buluşlardı zamanında. Sıvı nitrojen, espuma profesyonel ligden ev mutfaklarına transfer oldu bile. Şimdi mutfaklarda deneyim yaratma zamanı. Julyen doğranmış patatesler, halka soğanlar, parmak patatesler bir tıkla robot şefimizin elinden.

DOĞAL GIDALAR YETERİ KADAR DOĞAL MI?

Tadına doyulmaz doğal ürün dediğimiz binlerce tarımsal ürünün yabani formları günümüz biçiminden oldukça farklıydı. Turuncu havuç başlangıçta kar beyazı ve cılız bir sebzeydi. Eskinin şeftalisi zamanında kiraza benzeyen tuzlu bir meyveydi. Karpuzlar küçük, sert ve acıydı. Patlıcan beyaz yumurta görünümlü sevimli bir sebzeydi.

Şunu unutmamak gerek ki insanoğlu da türünün en verimli ve biricik örneklerini günümüze taşıdı. Hala daha en güzelini, en akıllısını doğurmak üzere yaptığımız basit aşksal seçimler aslında doğal seleksiyon ve ıslahın ta kendisi.

Dünyanın %40’ı fazla kilolu. Şimdiye kadar henüz obeziteye karşı verdiği savaşı kazanan ülke yok. Çözüm, kaloriyi düşürmekte. Oysa gönlü yoksul, gözü doymayanların yaşadığı gezegende sonuç; varlık içinde yokluk çekenlerin yaratığı travmalar. Bu nedenle gıda mühendisleri; inert mineral partiküllerini şekerle kaplayarak dile temas eden yüzey alanını artırdılar. Bu sayede daha az şeker kullanarak daha tatlı yiyecekler üretiliyor. Gıda endüstrisindeki her eğilim, uygun hammadde ihtiyacını doğuruyor. Tüm bunların vardığı nokta tohumculuğun teknolojiyle buluşması. “Buğdayla koyun gerisi oyun” diyen atalarımızın fütürist bakış açısı geleceğin gıdaları için doğru yolu işaret ediyor.

Robotik mutfaklar, 3d yazıcılardan çıkma tasarım yemekler, geleceğin tarımını tasarlayanlara ipucu niteliğinde yeter ki; işitmemiz gereken sese kulak verelim.

Ez cümle; geçmişin tohumundan toprağa düşen izler, geleceğin tat belleğine methiyeler düzüyor….

Dosya

Kahve ve Sağlık

Published

on

Günümüzde birçok insanın favori içeceği olan ve ülkemizde de neredeyse siyah çay ile yarışacak düzeye gelen KAHVE, sadece zevk içeceği midir yoksa sağlığımıza yararı da var mıdır? Bu soruya cevap bulmak için bilim insanları yıllardır birçok çalışma yaptı, bunlarla sizleri bunaltmayı düşünmüyorum tabi ki, sadece sizler için kısa bir derleme yapmaya çalışacağım.

En büyük çalışmalardan biri olan ve 70.000’den fazla kişinin yıllarca izlenmesi sonucu elde edilen veriler SÜT TOZU/KREMA/ŞEKER katılmadan kahve içenlerin, hiç içmeyenlere göre daha az miktarda kalp krizi ve beyin felci geçirdiklerini gösterdi ve sonradan gelen birçok çalışma da bunları destekledi. Genel görüş şu anda sade kahve içmenin (Filtre kahve, espresso, Türk kahvesi fark etmeksizin) kalp damar sağlığı üzerinde olumlu etkilerinin var olduğu yönündedir.

Peki istediğimiz kadar içelim mi? Bu sorunun yanıtını aramak için de birçok analiz yapılmış, muhteşem bir içecek olan ve onsuz yapamadığımız suyun bile aşırısının zararlı olduğu düşünüldüğünde cevabı bulmak çok da zor olmasa gerek. Yakın zamanda yapılan bir çalışmada özellikle haftada 6 kupadan daha fazla kahve içmenin bazı ritm bozukluklarına (Atrial Fibrilasyon) yatkınlığı artırdığı gösterildi. Bir diğer çalışmada ise erkeklerde fazla kahve içmenin kötü kolestrol (LDL) düzeyini artırdığı gözlenmiş. Fakat bu özellikle ailesel kolestrol yüksekliği olan kişilerde gözlenmiş, eğer kolestrol yüksekliği yok ise bu yükselme izlenmemiştir.

Madem ölçülü alındığında kalp ve damar sağlığımızı olumlu etkiliyor, çarpıntım olsa da kendimi içmek için zorlamalı mıyım? Anti-oksidan etkilerinin olduğu bilinen ve yağ yakıcı (lipoliz) etkisinden dolayı popüler diyetlerin vazgeçilmezi kahvenin içerisinde uyarıcı bir madde olan kafein bulunmakta ve hassas kişilerde bir bardak içmek dahi çarpıntı hissi uyandırabilmektedir. Kafein çikolata, çay dahil birçok üründe mevcut; fakat kafein dozları tabi ki biraz farklı. Bir çay bardağı siyah çayda 11 mg kafein varken, aynı miktardaki kahve 41 mg kafein içerir ve bunu bir fincan kahve yaparsanız doz 100 mg’dır. Her insanın kafeine tepkisi farklıdır, bazı insanlar 5 bardak içse dahi bir sıkıntı yaşanmazken bazı insanlar bir bardaktan dahi etkilenebilir. Ritm bozukluklarını tetikleyebilecek kafein bu tür kişilerde yarardan çok zarar getirebilir, yani ilaç gibi görülüp tüketilmesi önerilmez!

Unutmayalım ki kafenin düzenli alım sonrası bağımlılık yaratmakta ve alışılan dozda alınmadığı takdirde baş ağrısı, sinirlilik, anksiyete, bitkinlik yapmaktadır. Birkaç hafta dayanıldığı taktirde tüm bu yoksunluk belirtileri yok olacaktır.

“Kafeinsiz kahvelerin de olumlu etkileri var mı?” Bu sorunun kesin bir cevabı olmamakla birlikte, kavrulmasının yanı sıra ekstra işlemlerden geçerek üretilen bu üründen filtre kahve ve Türk kahvesi gibi daha saf kahveler ile aynı etkilerin beklenmesi pek de akılcı görülmemektedir.

Peki ya çocuklar? Birçok ülkede çocukların kafein tüketmesi 12 yaş öncesinde önerilmez. Çikolatada dahi bulunan kafeini engellemek ne kadar mümkün olabilir? Bu yüzden bazı ülkelerde yaşa göre günlük kafein tüketimi önerileri bulunmaktadır. Bu öneriler şu şekildedir; 4-6 yaş arasında 45 mg/gün, 7-9 yaş arasında 62.5 mg/gün, 10-12 yaş arasında 85 mg/gün, 12 yaş üzerinde 100 mg/gün kafein alımı şeklindedir. Özellikle büyüme çağındaki çocuklarda kahvenin büyüme hormonuna etkilerinden dolayı akşam 18:00 sonrası tüketilmesi önerilmemektedir!

Sonuç olarak size çarpıntı ve huzursuzluk yapmayacak dozu bilip alınan sade kahvenin (krema/süt tozu/şeker olmadan) olumsuz bir etkisi yoktur ve kalp damar sağlığına etkileri de düşünüldüğünde tüketilmesi yararlı gözükmektedir. Aşırı dozda kullanmanın bağımlılık yapıcı etkilerinin olduğu bilinip ölçülü tüketmek oldukça mantıklı olacaktır.

Sağlıcakla kalın.

Doç.Dr. Mustafa Adem TATLISU Kardiyoloji Uzmanı

Tamamını Oku

Dosya

10 Kasım Özel: Ulu Önderimiz Atatürk Hangi Yemekleri Sever, Nasıl Beslenirdi?

Published

on

Modern Türkiye’nin, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 85. yıl dönümü. Her geçen sene ülkemiz için yaptıklarına tekrar tekrar minnettar oluyor, vizyonerliğine hayran kalıyor, onu büyük özlemle ve saygıyla anıyoruz. 10 Kasım haliyle her sene buruk geçiyor. 

Bu sene Atatürk’ü anarken, konuyu gastronomi ile birleştirmek istedik. Atatürk’ün gösterişten uzak, sade yaşam tarzı yemek alışkanlıklarına da yansımış. Çok yemek yemeyi hem sağlığa zararlı bulan hem de tasarruf etmenin önemine inanan Atatürk’ün sofraları hep sade ve gösterişsiz olurmuş. 

Oldukça yalın bir kahvaltı ile güne başlarmış. Bir dilim ekmek ve bir kase yoğurt yiyerek başladığı gününün devamında gazetesini okurken kahvesini içermiş. Kahveyi çok sevdiği ve günde mutlaka birkaç fincan tükettiği söyleniyor. 

En sevdiği yemeklerden biri kuru fasulyeymiş, yanında da pilav yermiş. Buna okulda alıştığını söylermiş. Çocukluğunda annesinin mutfağından Selanik usulü ıspanaklı böreği çok sever, yanında da ayran içermiş. Ayran çok sevdiği ve çok sık tükettiği bir içecekmiş. 

Akşam yemeklerini davetliler ile birlikte yemeyi seven Atatürk, sofrada uzun uzun vakit geçirmeyi severmiş. Yine bu sofralarda da bamya ve karnıyarık gibi yemekler olurmuş. Et çok sık tüketilen bir besin değilmiş. Davet sofraları da yine sade olurmuş, çeşit çok olmazmış. Atıştırmak istediği zamanlarda ise kavun, tuzlu leblebi ve fıstık en çok tercih ettikleriymiş. 

Yemek sonrası elbette ki geç saatlere kadar çalışan ve okuyan Atatürk, acıktığı zaman omlet yermiş. Tatlı ile çok fazla arası yokmuş ama gül reçeli, yoğurt pekmez gibi sade tatlıları arada tüketirmiş. Ayrıca seyahatlerinde ikram edilen yemekleri reddetmez, keyifle tüketirmiş ama günlük hayatında çok çeşitli yemezmiş. 

Ulu Önderimizin ölümünün 85. yıl dönümünde onu özlemle, saygıyla ve minnetle anıyor, bize açtığı aydınlık yolda yürümeye devam ediyoruz.

Tamamını Oku

Dosya

Kısık Ateşte Uzun Uzun Pişen Sanatsal Bir İntikam: The Menu

Published

on

Oldukça uzun bir hazırlama sürecinden geçen, kısık ateşte uzun uzun pişirilmiş sanatsal bir intikam yemeği sunuyor The Menu bizlere. Servis edilen her lezzet ile gerginliğin derinliğine doğru ilerliyoruz ve duyular için özenle hazırlanmış bu şölen, giderek daha da karanlık bir hale geliyor. 

Aylar öncesinden rezervasyon ile deneyimleme şansı bulabileceğiniz, her ürününü kendisi özel olarak yetiştiren, bütün duyulara hitap eden ve yemeği sanata dönüştüren bir adada, bir ‘fine dining’ restoranındayız. Bu restoranda çalışan herkes bu adada yaşıyor, her ürün adadan temin ediliyor, restoran misafirleri ve çalışanları dışında adaya hiçbir şekilde ulaşım bulunmuyor. Şefimiz Slowik buranın yıldızı, lideri, en çok korkulan ve saygı duyulan ada sakini. Özenle tasarladığı, travmalarıyla harmanladığı yemekleri film boyunca bir bir deneyimliyor, her bir yemekle birlikte daha da karanlığa doğru ilerliyoruz. 

The Menu, Ralph Fiennes, Anya Taylor-Joy, Nicholas Hoult gibi popüler isimleri bir araya getiren bir kara mizah – gerilim filmi. Filmin yönetmeni Mark Mylod, senaristler ise Seth Reiss ve Will Tracy. Fine dining restoranlarının ilkelerine, şeflerin sanatının bir takıntı haline gelmesine, zevksizliğe ve toplumun zengin tabakasına bir eleştiri niteliği de taşıyor. Toplumu alanlar ve verenler olarak ikiye ayırıyor, her birini ayrı ayrı eleştiriyor, yıkım için kabaran bir iştah sunuyor seyirciye. 

Hem yemekle ilgili olduğu için, hem de film ilerledikçe gerilim miktarı arttığı için seyircinin dikkatini de uzun süre tutabilen bir film The Menu. Kara mizah ve gerilimin gastronomi ile birleştirilmiş halini izlemek isterseniz tavsiye ederiz, keyif alacaksınız.

Tamamını Oku