Anadolu kendine has “tat belleğini” yaratırken binlerce yıl boyunca göç yolunda buluşmalar, göçten arda kalanların sofraya etkisiyle, hanların hamamların zamana bıraktıkları hepsi yemeğin hissettirdiklerini geleceğe taşıdı.
Gıda israfı bir tarafta dursun
yemeğin geleceği, oldukça stratejik tarım endüstrisinin en önemli parçası. “Yemek
sanatı” kavramı, gelecekte yemeğin toplumları yönlendirmede ne kadar iddialı
bir rol üstleneceğinin sinyalini veriyor.
Coğrafyanın tat belleği hiç
kuşkusuz dünün çocukları olan bizleri ziyadesiyle etkiledi. Halil İbrahim
sofralarının bolluk ve bereket algısı, paylaşmanın değeriyle zenginleşti
çoğaldı. Dimağımıza saklı tatların hafızasında Anadolu uygarlıklarının tarım ve
yemek hikayeleri saklı. Anadolu coğrafyasının lezzet paletinde Mezopotamya’nın
toprağa karışmış güneşi, tohumun genetik mirası var. Dede Korkut masalları,
Tapduk Emre’den miras nasihatler, Ezo gelinin dillere destan aşkı, tahılın
süneyle mücadelesi “kımıl” oyunu tat hafızasının tarihini, tarifini oluşturdu.
Taşkale tahıl ambarları, Divle Obruk zamana iliştirilmiş lezzetler saklıyor
anılarında. Doğanın içine oyulmuş “tat sığınakları” geleneği, geleceği koruyan
oyuklar.
Düğünler, cenazeler, doğum, gelin
alma, kız isteme, sünnet her biri başka bir görsel şöleni belleğinin arka odasında
yüzyıllar boyu saklayıp günümüze taşıdı.
Anadolu kendine has “tat
belleğini” yaratırken binlerce yıl boyunca göç yolunda buluşmalar, göçten arda kalanların
sofraya etkisiyle, hanların hamamların zamana bıraktıkları hepsi yemeğin
hissettirdiklerini geleceğe taşıdı.
Baharat yoluyla başlayan kıtalar
arası tat buluşmaları dünya mutfaklarını, aş kavramını başka bir geleceğe taşıdı.
Yeni dönem tabaklar, “tarihin
mutfağında pişen tarifleri” farklı sanat
ve teknoloji ile buluşturup “zamansız tat hafızası” kavramını oluşturuyor.
Tat belleğinin geçmişine biraz
bakalım mı?
Hititler her türlü meyve sebzeyi
tahıla ekleyip Tanrılara reverans ettiler. Selçuklu tasavvuf sofrasında tuz
ekmek hakkına paylaştı bir parça ekmeği, Osmanlı kuyruk yağı ile zenginleştirdi
her ne varsa kilerinde.
Tarihin yeni zamanın düş olduğu
yıllardan arta kalan zamanlarda sanayi devrimiyle hayata tutunda binlerce
yıllık yokluk belleğiyle insanlık. Meyveleri sebzeleri koruyacak soğuk mu soğuk
kutular, hayatına lezzet katarken çoğu zaman insanlığı mutlu etmeye yetmedi.
Teknoloji bir çığ gibi gelse de belleğe hemhal olmuş tat tortuları, onu
geçmişinden koparamadı.
1920’lere gelindiğinde modern
insanın anılarına; balonlu sakız tanıklık
etmemişti henüz. Yumuşak dondurma dediğimiz “soft ıce cream” de yoktu elbette. Patlayan
şeker, Red Bull laboratuvar raflarında icat kontenjanından doğru zamanı
bekliyordu. Çoğu zaman “tıbbi tat” olarak yaratılan bir çok ürün zamanla
popüler yiyecek içecek kültürüne dönüşüyordu.
Yeni nesil “tat sanatı” gıda
endüstrisinin iştahını kabartmaya devam ediyordu bir zamanlar. Modern insan
için yemek mutluluktan değil, dert küpüyle doluyordu çoğu zaman. Osmanlı Has
fırında “yenilebilir sağlık kavramı” ile sofrasını kurarken aş ve deva aynı
tabakta buluşuyordu. Diyet ve sağlık kavramı Sokrates, Platon gibi Antik Yunan filozoflarının vejeteryan
beslenme modelinin başlangıcını oluşturuyordu. Modern tat mirasımız son 100 yılda
keyif, eğlence, görsel şölen, uygun fiyat, gıdaya erişim gibi bir çok farklı
unsur ile tasarlanıyordu.
KİŞİSELLEŞTİRİLMİŞ
TAT DİZAYNI
Kişiselleştirilmiş beslenme 2030
yılına doğru dünyanın birçok ülkesinde yasal olarak belirli düzenlemelerle gelecek.
Kişiye özel beslenmenin sağlık için gerekliliği bir yana gerekli tarımsal
hammaddeyi üretmek geleceğin “tarım teknoloji” sarmalında ciddi bir uzmanlık
gerektiriyor.
“Tat
Rönesansı” geleceğin beslenme kaynaklarını ve etkilerini ortaya koyuyor. Altında;
gezegene karşı duyarlılıklar, zorunlu seçimler, gıdaya erişim konusunda yaşanan
olumsuzlukların etkileri var.
Bilimsel araştırmalar
besinlerin herkeste aynı sonucu vermediği gerçeğini çoktan kabul etti bile. Bazı
insanlar şekerli dondurma yediğinde kan şekeri yükselirken, diğerlerinin glikoz
seviyeleri değişmiyor. Doğanın kadim bilgileri gibi bilimin tartışmalı alanları
da giderek büyüyor. Sonuç; “kişiselleştirilmiş beslenme” geleceğin yıldızı. Genetik
miras, coğrafyanın etkisi, aile dizilimi hepsi kişiye yemeğin kodları.
AÇLIK TERMOSTATI
“Açlık
termostatı” coğrafyanın tokluk geçmişiyle, açlık travmalarına ayarlı. Fazla
yeme isteği aslında; gelecek “kıtlık” ihtimaline karşın vücudun sigortası
olarak depolanıyor. Farkında olmasak da toplumsal iştahlarımız gıda endüstrisi
tarafından sürekli tasarlanıyor.
İŞTAH AYAR MEKANİZMASI
Her yıl kişi başı ortalama 1
kg daha ağırlaşıyoruz. İştah ayar mekanizmaları bizim dışımızda reklamlar,
ambalajlar, trendler, tarifler başlığı altında gıda endüstrisi tarafından
dizayn ediliyor. Hiç kimse kendi “iştah ayarını” kendi yapamıyor. Bize kalsa
günlük enerjinin 1/3’den daha azıyla ertesi günü atlatabiliriz. “Biyolojimize
yapılan ince ayar” geleceğimizin “tat belleğine” izler bırakıyor.
DOST TEKNOLOJİ İLE GELECEĞİN
TAT BELLEĞİ
BBC Focus dergisinde yayımlanan
bir makaleye göre; gelecek on yılda genetik ve biyomoleküler bilim sayesinde
tarımsal ürünlerin istenilen protein ve vitaminler bakımından
zenginleştirilmesi sağlanacak.
Dünyanın
en etkili DNA makası olan CRISPR Cas9 enzimi, biyoteknoloji ve genetiği
kökten değiştiriyor. CRISPR insan DNA’sındaki genlerin tıpkı bilgisayara yazı
yazar gibi kes-kopyala-yapıştır yöntemiyle yeniden düzenlenmesini sağlıyor
CRISPR Cas9 yöntemi, anne karnında süper kusursuz
bebekler ya da mükemmel gıdalar için şans mı yoksa son mu? Gıdaların formları,
akışkanlıkları, tatları, dayanıklılıkları, yaşattıkları haz hepsi geleceğin
gıdaları için sadece başlangıç. Örneğin tahılda az olan metiyonun takviyesi
başka bir tarım ürünü olan mısırdan alınabiliyor. 2008’de vücudun kalsiyum
emilimin artıran değiştirilmiş havuçlar yaratıldı. Daha fazla protein içeren
patates, daha fazla omega – 3 ve omega 6 yağına sahip keten tohumu proteince
zenginleştirilmiş ürünlere örnek.
CRISPR-Cas9 yöntemi ile
mutfaklarınızda, alerjiyi tetiklemeyen
yer fıstığına, et kadar yüksek protein taşıyan mercimeğe yer açın.
YENİ TATLARA TAT BELLEĞİNİZDE
YER AÇIN
Baharat ve İpek yollarının keşfi
tat zenginliğini yaratmış umaminin keşfi ile lezzet paleti iyice
zenginleşmişti. Modern insan son 1000 yılın tat belleğini geleceğe taşıma
konusunda oldukça hevesli adımlar atmışken; önümüzdeki yıllarda hiç
bilmediğimiz yeni tatları keşfedeceğiz. Anadolu ata tohumu dalgasıyla
uğraşırken tarımda teknoloji Silikon Vadisinin çoktan dikkatini çekti bile.
Impossible Foods sürdürülebilir çevre dostu köfte olarak çoktan zincir oldu
bile. Kimileri doğal olmayan gıda diye savaş bayrağını açsa da “dost teknoloji”
kavramı tarım ve gıda endüstrisinin geleceği olacak.
TAT DİZAYNI
Gezen
tozan tavuk reklamları şöyle dursun gıdanın geleceğinde tavuksuz yumurta
gündemi belirleyecek gibi görünüyor. Şef Heston Blumenthal’ın “ “denizlerin
sesi” yemeği yenirken deniz mahsullerinin lezzetlerini artırmak için dalgaların
sesi dinletildi. Tabağın şekli, cipsin çıtırtısı, arka fondaki uğultu hepsi
yemeğin lezzetini ve hissedilen hazzı etkileyen etmenlerden. “Nörogastronomi”
marketingden sonra şimdi de tarım ve gıdanın gözdesi.
Geleceğin lezzet bileşenleri,
yemek algısı, sağlık kavramı hiç kuşkusuz güçlü ülkelerin tarım politikalarıyla
şekillenecek. Arıtılmış gerçeklik, aromatik sesler, kontrollü ışık oyunları
hepsi geleceğin beslenme algısının bir parçası olacak. Tahıl tüketirken arka
planda akan Göbeklitepe görüntüsü hiç kuşkusuz onun antik mutfakların bir
parçası olduğu gerçeğini beyne iletirken tat reseptörlerini de yönlendirecek.
Kemoterapi
alanların yaşadığı tat ve koku alma duyularını harekete geçirecek
atıştırmalıklar
DARPA
yüksek çözünürlüklü görsel – işitsel bilgileri ve potansiyel koku ve tatları doğrudan beyne ileterek insan
duyularını güçlendirmeyi amaçlayan implante edilebilir “sinir ara yüzleri”
tasarlıyor.
Yenilebilir sprey boyalar,
altın tozu uzun zamandır lüks yemek algısının konumlandırıldığı mutfaklarda
sıkça kullanılıyor.
ÜÇ LOKMADAN İKİSİ ARI KAYNAKLI
Küresel tarımsal üretimin
yaklaşık %35’i arılara ve diğer tozlayıcılara bağlı. tarım sisteminin
merkezinde arılar var, afiyetle tükettiğimiz ilk 120 besinin % 75’inin
tozlanması arılar sayesinde. Yediğimiz her üç lokmadan ikisi için arılara
ihtiyacımız var. İhtiyacımız olan
likopenlerin, A vitamininin, kalsiyum, folik asit, lipitler, çeşitli
antioksidanların, C vitaminin % 90’dan fazlası
tozlayıcılar tarafından çoğaltılan; sert kabuklu yemişler, meyveler,
sebzelerden aldığımızı biliyor muydunuz.
Arıların, doğanın muazzam
işleyişine katkısı nicelikten daha çok nitelik olarak önemli. Şöyle ki et için
gerekli hayvanların, rüzgar ile tozlanan tahılların arılara belki ihtiyacı yok
ama bir dilim ekmeğe, bir parça ete lezzet katan sosun aroması arıların
tozladığı tarımsal ürünlerden geliyor. “tat belleği” için arılar kalite artırıcı,
içerik oluşturucu misyon üstleniyor.
DÜNYANIN TADI ARILARDA
Mc Donald’s’ın 1975 yılında
piyasaya sürdüğü ünlü Big Mac hamburger, tarihinin en büyük satışını yapar. Bir
araştırmacı Big Mac ve arılar arasındaki “tat ilişkisini” araştırır. Yapılan
araştırmada hamburger içerisinde bulunan 19 farklı tarımsal ürünün
tozlanmasında arının rolüne bakar. Arının tozlayıcı olarak aktif rol aldığı
ürünler hamburgerden çıkarılır. Arıların tozladığı meralardaki yoncaları yiyen
sığırların eti, ekmeğe konulan susamın çiçeği, kıtır marulları, sosa konan
baharatları tozlayan arılar hepsi çıkarıldığında hamburger tatsız tuzsuz bir
yiyeceğe dönüşür. İşte arının tarımsal üretimdeki “tat belleğindeki rolü” bu
şekilde bilimsel olarak açıklanır. Sonuç arılar olmaz ise dünya var olmaya
devam eder ama bu kadar lezzetli olur mu asla.
YENİ ÇAĞIN EĞLENCESİ MUTFAK
Mutfakta yaratıcılık antik
dönemlerden kalma keyifli bir gelenek. Taşınabilir fırınlar, öğütme makinaları
modern mutfakların yıldızlarına uzak ara teknolojik buluşlardı zamanında. Sıvı
nitrojen, espuma profesyonel ligden ev mutfaklarına transfer oldu bile. Şimdi
mutfaklarda deneyim yaratma zamanı. Julyen doğranmış patatesler, halka
soğanlar, parmak patatesler bir tıkla robot şefimizin elinden.
DOĞAL GIDALAR YETERİ KADAR DOĞAL
MI?
Tadına doyulmaz doğal ürün dediğimiz
binlerce tarımsal ürünün yabani formları günümüz biçiminden oldukça farklıydı.
Turuncu havuç başlangıçta kar beyazı ve cılız bir sebzeydi. Eskinin şeftalisi
zamanında kiraza benzeyen tuzlu bir meyveydi. Karpuzlar küçük, sert ve acıydı.
Patlıcan beyaz yumurta görünümlü sevimli bir sebzeydi.
Şunu unutmamak gerek ki insanoğlu
da türünün en verimli ve biricik örneklerini günümüze taşıdı. Hala daha en
güzelini, en akıllısını doğurmak üzere yaptığımız basit aşksal seçimler aslında
doğal seleksiyon ve ıslahın ta kendisi.
Dünyanın
%40’ı fazla kilolu. Şimdiye kadar henüz obeziteye karşı verdiği savaşı kazanan ülke
yok. Çözüm, kaloriyi düşürmekte. Oysa gönlü yoksul, gözü doymayanların yaşadığı
gezegende sonuç; varlık içinde yokluk çekenlerin yaratığı travmalar. Bu nedenle
gıda mühendisleri; inert mineral partiküllerini şekerle kaplayarak dile temas
eden yüzey alanını artırdılar. Bu sayede daha az şeker kullanarak daha tatlı
yiyecekler üretiliyor. Gıda endüstrisindeki her eğilim, uygun hammadde
ihtiyacını doğuruyor. Tüm bunların vardığı nokta tohumculuğun teknolojiyle
buluşması. “Buğdayla koyun gerisi oyun” diyen atalarımızın fütürist bakış açısı
geleceğin gıdaları için doğru yolu işaret ediyor.
Robotik mutfaklar, 3d
yazıcılardan çıkma tasarım yemekler, geleceğin tarımını tasarlayanlara ipucu
niteliğinde yeter ki; işitmemiz gereken sese kulak verelim.
Ez cümle; geçmişin tohumundan
toprağa düşen izler, geleceğin tat belleğine methiyeler düzüyor….
Modern Türkiye’nin, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 85. yıl dönümü. Her geçen sene ülkemiz için yaptıklarına tekrar tekrar minnettar oluyor, vizyonerliğine hayran kalıyor, onu büyük özlemle ve saygıyla anıyoruz. 10 Kasım haliyle her sene buruk geçiyor.
Bu sene Atatürk’ü anarken, konuyu gastronomi ile birleştirmek istedik. Atatürk’ün gösterişten uzak, sade yaşam tarzı yemek alışkanlıklarına da yansımış. Çok yemek yemeyi hem sağlığa zararlı bulan hem de tasarruf etmenin önemine inanan Atatürk’ün sofraları hep sade ve gösterişsiz olurmuş.
Oldukça yalın bir kahvaltı ile güne başlarmış. Bir dilim ekmek ve bir kase yoğurt yiyerek başladığı gününün devamında gazetesini okurken kahvesini içermiş. Kahveyi çok sevdiği ve günde mutlaka birkaç fincan tükettiği söyleniyor.
En sevdiği yemeklerden biri kuru fasulyeymiş, yanında da pilav yermiş. Buna okulda alıştığını söylermiş. Çocukluğunda annesinin mutfağından Selanik usulü ıspanaklı böreği çok sever, yanında da ayran içermiş. Ayran çok sevdiği ve çok sık tükettiği bir içecekmiş.
Akşam yemeklerini davetliler ile birlikte yemeyi seven Atatürk, sofrada uzun uzun vakit geçirmeyi severmiş. Yine bu sofralarda da bamya ve karnıyarık gibi yemekler olurmuş. Et çok sık tüketilen bir besin değilmiş. Davet sofraları da yine sade olurmuş, çeşit çok olmazmış. Atıştırmak istediği zamanlarda ise kavun, tuzlu leblebi ve fıstık en çok tercih ettikleriymiş.
Yemek sonrası elbette ki geç saatlere kadar çalışan ve okuyan Atatürk, acıktığı zaman omlet yermiş. Tatlı ile çok fazla arası yokmuş ama gül reçeli, yoğurt pekmez gibi sade tatlıları arada tüketirmiş. Ayrıca seyahatlerinde ikram edilen yemekleri reddetmez, keyifle tüketirmiş ama günlük hayatında çok çeşitli yemezmiş.
Ulu Önderimizin ölümünün 85. yıl dönümünde onu özlemle, saygıyla ve minnetle anıyor, bize açtığı aydınlık yolda yürümeye devam ediyoruz.
Oldukça uzun bir hazırlama sürecinden geçen, kısık ateşte uzun uzun pişirilmiş sanatsal bir intikam yemeği sunuyor The Menu bizlere. Servis edilen her lezzet ile gerginliğin derinliğine doğru ilerliyoruz ve duyular için özenle hazırlanmış bu şölen, giderek daha da karanlık bir hale geliyor.
Aylar öncesinden rezervasyon ile deneyimleme şansı bulabileceğiniz, her ürününü kendisi özel olarak yetiştiren, bütün duyulara hitap eden ve yemeği sanata dönüştüren bir adada, bir ‘fine dining’ restoranındayız. Bu restoranda çalışan herkes bu adada yaşıyor, her ürün adadan temin ediliyor, restoran misafirleri ve çalışanları dışında adaya hiçbir şekilde ulaşım bulunmuyor. Şefimiz Slowik buranın yıldızı, lideri, en çok korkulan ve saygı duyulan ada sakini. Özenle tasarladığı, travmalarıyla harmanladığı yemekleri film boyunca bir bir deneyimliyor, her bir yemekle birlikte daha da karanlığa doğru ilerliyoruz.
The Menu, Ralph Fiennes, Anya Taylor-Joy, Nicholas Hoult gibi popüler isimleri bir araya getiren bir kara mizah – gerilim filmi. Filmin yönetmeni Mark Mylod, senaristler ise Seth Reiss ve Will Tracy. Fine dining restoranlarının ilkelerine, şeflerin sanatının bir takıntı haline gelmesine, zevksizliğe ve toplumun zengin tabakasına bir eleştiri niteliği de taşıyor. Toplumu alanlar ve verenler olarak ikiye ayırıyor, her birini ayrı ayrı eleştiriyor, yıkım için kabaran bir iştah sunuyor seyirciye.
Hem yemekle ilgili olduğu için, hem de film ilerledikçe gerilim miktarı arttığı için seyircinin dikkatini de uzun süre tutabilen bir film The Menu. Kara mizah ve gerilimin gastronomi ile birleştirilmiş halini izlemek isterseniz tavsiye ederiz, keyif alacaksınız.
Sofralarımıza, sohbetlerimize, yemeklerimize eşlik eden şarap, bazen yakut rengiyle, bazen rose bazen de beyaz rengiyle çıkıyor karşımıza. Hepsinin ayrı yakıştığı lezzetler, mevsimler, durumlar var. Bugünkü yazımızın konusu olan şarap ise hiçbirine benzemiyor, amber rengi ile diğer şaraplardan ayrı duruyor, bizi kendine hayran bırakıyor.
Amber veya turuncu şarap, Gürcistan’da oldukça popüler. Gürcistan’nın meşhur beyaz şarap üzümlerinden olan Rkatsiteli, Kisi ve Mtsvane ile yapılıyor fakat amber şarabın yapımında, beyaz şaraptan farklı olarak beyaz üzümler, kabukları ve çekirdekleri ile fermante ediliyor ve bu işlemin sonucunda şarap, turuncu rengini alıyor.
Gürcü kültüründe şarabın önemi bir hayli yüksek. Bizim gibi oldukça misafirperver olmakla övünen bir millet Gürcistan. Tiflis’i bize gezdiren rehberimiz Alex’in söylediğine göre, eğer yemeğe misafir davet ediyorsanız ve sarhoş olmadan, yeterince şarap ikram etmeden gönderirseniz, iyi misafir ağırlıyor sayılmazmışsınız, şarap öyle işlemiş kültürlerine. Şehrin en bilinen simgelerinden biri olan Kartlis Deda heykelinin sol elinde şarap, sağ elinde ise kılıç var: Düşmana kılıç, dosta şarap anlamına geliyormuş. Amber şarabın tadını merak ederseniz, oldukça buruk olduğunu söyleyebilirim. Üretim yönteminden dolayı taneni oldukça yüksek bir şarap. Gürcü yemekleri ile oldukça uyumlu, dolayısıyla bu şarabı Gürcistan’da, yerinde deneyecekseniz birkaç tüyo verelim: Birincisi, tuzlu yemeklerle eşleştirmeniz. İkincisi, şarabın oldukça güçlü bir tadı olduğu için, ne çok hafif ne çok ağır bir yemek seçmelisiniz. Hafif yemekler şarabın gölgesinde kaybolacak, ağır yemekler ise amber şarap ile eşleştiğinde iyice ağır gelecektir. Birkaç yemek önerisi de verelim: Nigvziani Badrijani, bizim anlayacağımız adıyla patlıcan rulo. İnce doğranmış patlıcanların kızartılıp, içlerinin ceviz ezmesi ile doldurulduğu yerel bir lezzet. Bir diğer lezzet ise Lobio, fasulye ezmesi. Fasulyeyi haşlayıp çeşitli baharatlar, ceviz, sarımsak gibi malzemelerle karıştırıyor ve ezilmiş bir şekilde, üzerine taze kişniş ekleyerek servis ediyorlar. Ayrıca Gürcü mutfağının en bilinen lezzetleri Khinkali (Gürcü mantısı) ve Khachapuri (Gürcü pidesi) de amber şarapla eşleştirmek için son derece uygun.