İtalya’da, gastronomik anlamda ülkenin önde gelen bölgesi Emilia Romagna’dayız. Bolonez sos, parmesan peyniri, prosciutto gibi İtalya deyince ilk aklımıza gelen lezzetlerin çıkış bölgesi burası. Balzamik sirkenin en iyisi de burada. Orta Çağ’ın izlerini taşıyan tupturuncu şehirleri ile hem tarih, hem lezzet dolu bir bölge Emilia Romagna.
Bugünkü adresimiz, Bolonya’dan bir saat kadar uzaklıktaki kendi küçük, İtalyan gastronomi sahnesinde rolü büyük olan Modena. Bize sunduğu birbirinden harika lokal İtalyan lezzetlerinin yanısıra Modena, üç Michelin yıldızlı ve 2016 ve 2018 yıllarında dünyanın en iyi restoranı seçilen ve hala en iyiler listesinde yerini koruyan Osteria Francescana’ya da ev sahipliği yapıyor.
Osteria Francescana’nın şefi Massimo Bottura, burayı 1995 yılında, doğduğu şehir olan Modena’da açıyor. Lokal İtalyan mutfağından lezzetleri sanat, tarih ve felsefe olguları ile besleyen tabaklar ile yeniliği ve geleneği aynı potada eritmeyi amaçlayan bir restoran deneyimi sunmayı hedefliyor Osteria Francescana. Bottura’nın ise hukuk fakültesinden mutfağa uzanan bir hikayesi var.
Hukuk eğitimini yarıda bırakan Bottura, önce aile işinde çalışmaya başlıyor ve sonra onu da bırakarak, o günlerde henüz bunun farkında olmadığı ama asıl parlayacağı alan olan mutfağa geçiyor, Modena yakınlarındaki Nonantola’da bir restoranı devralıyor. Bottura’nın New York’tan Monte Carlo’ya, İtalyan mutfağından Fransız mutfağına uzanan macerasında yolu Alain Ducasse ve Ferran Adria gibi efsanevi şeflere kesişiyor, oradan da Osteria Francescana’ya uzanıyor.
Üç Michelin yıldızı, yeniliği ve geleneği bir araya getiren yaklaşımı ile Osteria Francescana’da bir yemek deneyimi yaşamak istiyorsanız, bütün bu klasmandaki restoranlar gibi haftalar veya aylar öncesinden internet sitesi üzerinden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Modena’nın tarihi dokusu ile birleştireceğiniz bu özel restoran deneyimi ile keyifli bir İtalya seyahati geçireceğinize eminiz.
Avrupa’nın birçok şehri Noel zamanı öyle renkli öyle ışıl ışıl oluyor ki, ister istemez kışı sevmeye başlıyorsunuz. Meydanlardaki dev çam ağaçları, sokakların rengarenk ışıkları, ve tabii ki Noel pazarları. Kasım sonu – aralık başı gibi kurulup yılın son gününe kadar açık olan Noel pazarlarında dolaşmak, hediyeliklere bakmak, ısınmak için sıcak şarap içmek ve aralık ayına özgü lezzetleri tatmak, kışı renklendiriyor.
Brüksel, defalarca geldiğim ve geldiğim zamanlarda da hiç öyle kısa kalmadığım için lokal hissettiğim şehirlerden biri. Turistik yerlerini defalarca gördüm, müzelerini gezdim, sokaklarında kayboldum, şehre özgü lezzetleri tattım. Fakat daha önce hiç Noel zamanı burada bulunmadığım için bu kez, çok iyi bildiğim bir şehrin daha farklı ve daha neşeli bir yüzünü deneyimleme şansım oldu.
Kaldığım süre boyunca aslında öyle buz gibi bir hava karşılamadı beni, soğuktu evet ama dayanılmayacak gibi değildi. Oldukça yağmurluydu ve rüzgarlıydı ay boyunca ama bu elbette ki Noel pazarlarının keyfini çıkarmaya bir engel değildi. Hadi birlikte buradaki lezzetlere bir göz atalım.
Tartiflette
Tartiflette, patates, Reblochon peyniri, bacon ve krema ile hazırlanan, Fransa’nın İsviçre sınırında bulunan Haute-Savoie bölgesinden bir kış lezzeti. Gerçekten her şeyiyle o kadar kışa ait bir lezzet ki, buz gibi havada yürüdükten sonra sizi hemen ısıtıyor.
Raclette Sandviç
İsviçre’nin Valais bölgesi çıkışlı bu yoğun peynir, Belçika’da oldukça popüler. Yoğun tadı ve kokusuyla yine gerçekten tam olarak bir kış lezzeti. Noel pazarlarında raclette peynirini ısıtıp eriterek baget ekmeği içinde servis ediyorlar. Turşu ve salam gibi ürünler de ekletebiliyorsunuz.
Sıcak Şarap – Glühwein
Antik Roma dönemine kadar uzanan tarihi ile sıcak şarap, yine kış ile özdeşleşen lezzetlerden. Kırmızı şarap ile tarçın, karanfil, portakal ve şekeri pişirerek hazırlanan sıcak şarap, Noel pazarı deyince akla gelen ilk lezzetlerden biri. Yalnız önden söyleyeyim, öyle müthiş lezzetli bir şey beklemeyin, bütün gün ısındığı ve çok miktarda yapıldığı için bence tatları oldukça sıradan. Ama soğukta, ışıl ışıl sokaklarda yürürken içmesi gerçekten de keyifli.
Sofralarımıza, sohbetlerimize, yemeklerimize eşlik eden şarap, bazen yakut rengiyle, bazen rose bazen de beyaz rengiyle çıkıyor karşımıza. Hepsinin ayrı yakıştığı lezzetler, mevsimler, durumlar var. Bugünkü yazımızın konusu olan şarap ise hiçbirine benzemiyor, amber rengi ile diğer şaraplardan ayrı duruyor, bizi kendine hayran bırakıyor.
Amber veya turuncu şarap, Gürcistan’da oldukça popüler. Gürcistan’nın meşhur beyaz şarap üzümlerinden olan Rkatsiteli, Kisi ve Mtsvane ile yapılıyor fakat amber şarabın yapımında, beyaz şaraptan farklı olarak beyaz üzümler, kabukları ve çekirdekleri ile fermante ediliyor ve bu işlemin sonucunda şarap, turuncu rengini alıyor.
Gürcü kültüründe şarabın önemi bir hayli yüksek. Bizim gibi oldukça misafirperver olmakla övünen bir millet Gürcistan. Tiflis’i bize gezdiren rehberimiz Alex’in söylediğine göre, eğer yemeğe misafir davet ediyorsanız ve sarhoş olmadan, yeterince şarap ikram etmeden gönderirseniz, iyi misafir ağırlıyor sayılmazmışsınız, şarap öyle işlemiş kültürlerine. Şehrin en bilinen simgelerinden biri olan Kartlis Deda heykelinin sol elinde şarap, sağ elinde ise kılıç var: Düşmana kılıç, dosta şarap anlamına geliyormuş. Amber şarabın tadını merak ederseniz, oldukça buruk olduğunu söyleyebilirim. Üretim yönteminden dolayı taneni oldukça yüksek bir şarap. Gürcü yemekleri ile oldukça uyumlu, dolayısıyla bu şarabı Gürcistan’da, yerinde deneyecekseniz birkaç tüyo verelim: Birincisi, tuzlu yemeklerle eşleştirmeniz. İkincisi, şarabın oldukça güçlü bir tadı olduğu için, ne çok hafif ne çok ağır bir yemek seçmelisiniz. Hafif yemekler şarabın gölgesinde kaybolacak, ağır yemekler ise amber şarap ile eşleştiğinde iyice ağır gelecektir. Birkaç yemek önerisi de verelim: Nigvziani Badrijani, bizim anlayacağımız adıyla patlıcan rulo. İnce doğranmış patlıcanların kızartılıp, içlerinin ceviz ezmesi ile doldurulduğu yerel bir lezzet. Bir diğer lezzet ise Lobio, fasulye ezmesi. Fasulyeyi haşlayıp çeşitli baharatlar, ceviz, sarımsak gibi malzemelerle karıştırıyor ve ezilmiş bir şekilde, üzerine taze kişniş ekleyerek servis ediyorlar. Ayrıca Gürcü mutfağının en bilinen lezzetleri Khinkali (Gürcü mantısı) ve Khachapuri (Gürcü pidesi) de amber şarapla eşleştirmek için son derece uygun.
Mimarisi, meydanları, atmosferi ve renkleri ile masal kitaplarını andıran Prag, Avrupa’daki en popüler şehirlerden biri ve yılda ortalama 6 – 8 milyon arası turist ağırlıyor. Şehrin ana meydanı olan Stare Mesto’ya adım attığınız an Prag’ın büyülü atmosferine kapılıyor ve buraya neden masal şehir dendiğini anlıyorsunuz. Hem mimariden, hem edebiyattan, hem müzikten, hem resimden nasibini almış bir şehir Prag. Kafka burada doğup büyümüş, romantik dönemin en ünlü bestecilerinden Dvorak da burada yaşamış, Art Nouveau akımının hayranlık uyandırıcı temsilcilerinden biri olan Alphonse Mucha’nın da yolu Prag’dan geçmiş. Ancak bugün bizim konumuz biraz daha farklı, biz bugün mutfaktayız. Şehrin en popüler lezzetlerinden olan ve her yerde görebileceğiniz, pişerken etrafa şahane kokular yayan trdelnik hakkında konuşacağız.
Trdelnik, şeker ve hamurdan yapılan bir çeşit tatlı. Macaristan Krallığı’nda ortaya çıkan ve birçok lezzette olduğu gibi birbirine komşu birden çok ülkeye yayılan, her birinde de zamanla kendi adını alan bir lezzet. Temelde mayalı hamur ve şekerin bir araya gelerek ateşte ağır ağır pişirilmesi ile ortaya çıkıyor. Hamuru uzun çubuklara dolayarak hazırlıyorlar, üzerindeki şeker karışımında zaman zaman tarçın, zaman zaman ceviz oluyor. Piştikçe şeker karamelize oluyor ve geçtiğiniz bütün sokaklar mis gibi karamel kokunca, bu lezzete karşı koymak imkansızlaşıyor. Şeker, tarçın ve hamur size yeterli gelmezse krema, dondurma, çikolata gibi lezzetler de ekletebilirsiniz fakat her şeyin sadesinin ve orijinalinin en güzel hali olduğunu düşünen biri olarak, önce en yalın haliyle denemenizi tavsiye edebilirim.