Global Gastro Ekonomi Zirvesinde üçüncü kez gastronominin ekosistemini farklı disiplinlerde gündeme taşıyoruz. Biliyor ve inanıyoruz ki; Gastronomi Her Yerdedir.
Trakya, Avrupa ile Asya’da kök salmış, yeşermiş, iz
bırakmış tüm kadim medeniyetlerin kesiştiği bir coğrafya. Balkanlardan, engin
Asya topraklarına varmadan önceki son uğrak yer. Doğu’nun damıtılmış
değerlerinin Avrupa’ya taşındığı yolların kavşağı. Bu coğrafyadan yolu geçen,
bu toprakları yurt edinmiş her bir medeniyet. Trakya mutfağını yaratan
kültürler kuşağını anlamayı, tanıtmayı ve ona hak ettiği saygıyı göstermeyi
amaç edindik. Trakya’nın eşsiz tatlarının; köftesinin, tava ciğerinin,
peynirinin, üzümünün, şarabının, rakısının, böreğinin, tarhanasının,
kurabiyesinin lezzet izini aradık. Zamanda, mekânda, doğada ve insanda…
Zirve’de Trakya bağlarını gündeme taşıyor ve
Sayın Mehmet Yalçın moderatörülüğünde bir oturum düzenliyoruz. Konuşmacılar bölgenin
şarap üreticilerinden Zeynep Arca, Mustafa Çamlıca ve Selim Ellialtı.
Yine bölgenin Gastronomi Turizm Potansiyelini
Trakya Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri sayın Mahmut Şahin’den dinleyeceğiz.
Kırklareli Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve
yemek kültürü araştırmacısı Ali Çakır
bize Trakya Mutfak Kültürü üzerine ilginç bilgiler aktaracak.
Trakya Mutfağının özel yemekleri Edirne, Kırklareli, Lüleburgaz Belediyelerinin ve Trakya Kalkınma Ajansının katkısı ile Zirvenin sabah kahvaltısı ve öğle yemeğinde katılımcılara sunulacak. Edirne Tava Ciğerinden, 3 kentin köftesine Trakya’ya ait ne varsa Zirvenin Sofrasında…
Global Gastro Ekonomi Zirvesi
Turyid Turizm Yatırımcıları ve Gastronomi İşletmecileri Derneği olarak ülkemizde gastronomi kavramının benimsenmesi ve gelişmesi için bir sivil toplum örgütü olarak içtenlikle çalışıyoruz.
Gastronominin turizmin katma değeri yüksek çeşitlenmesi, ülke mutfağı ile birlikte restoranlarının ve gıda ürünlerinin ihraç ürünlerine dönüşmesi, ülke ve şehirlerin farklılaşarak markalaşması, sosyal ve ekonomik olarak yarattığı geniş istihdam olanakları ile etkisini daha iyi göstermesi için her alanda farklı çalışmalara katılıyor ve görev alıyoruz.
En geniş tanımıyla “yaratıcı endüstriler” diye bilinen Kendini hayatın içinde güncelleyen Gastronomiyi gıda, yemek, iklim değişikliği, siyaset ve toplumsal tarih, sürdürülebilirlik, kültür, din, savaş ve barışın dışında değerlendirmek mümkün mü ?
Gastronomi gerçekten bu kadar etkili bir
faktör mü?
Peki bunun ne kadar farkındayız?
Global Gastro Ekonomi Zirvesinde üçüncü kez gastronominin ekosistemini farklı disiplinlerde gündeme taşıyoruz. Biliyor ve inanıyoruz ki; Gastronomi Her Yerdedir.
Bu yıl 25 Mart 2020 günü Lütfi Kırdar Kongre merkezinde gerçekleşecek olan Global Gastro Ekonomi Zirvesinden bazı başlıklar…
Çok kültürlü dünya
düzeninde mutfak diplomasisinin yeni yeri;
Mutfak Diplomasisi
Sam Chapple – Sokol | Araştırmacı ve Yazar
‘’Ben bir diplomasi aracı olarak gıdanın rolüne odaklanıyorum ve buna mutfak diplomasisi diyorum.’’
Mutfak
diplomasisi kavramı, kültürler arası uzaklıkların yakınlaşması, etkileşimi ve
kaynaşması için bir araçtır. Farklı kazanımlarda kendini gösteren kamu ve
kültürel diplomasinin güçlü bir parçası olarak konumlanan ve ulus
markalaşmasında stratejik önemi olan bu kavramı
Güneydoğu Asya ülkelerinin tanıtım kampanyalarında, Beyaz Saray’ın sağlıklı
ve iyi beslenmeye teşvik eden stratejik kurgusunda görebiliriz.
Beyaz Saray pasta şefliğinden, Jose Andres ile sosyal projelere uzanan yolculuğunda Sam Chapple – Sokol kavramlar ve yeni diplomatik ilişkiler üzerine ilk kez Türkiye Mutfak Kültürü tanıtımına farklı bir bakış getiriyor.
Geleneği Güncellemek !
Leonor Espinosa | Şef – Kolombiya
‘Gastronomi,
sosyal savunmasızlığı azaltan, yerel ekonomileri iyileştiren ve yerel
kimlikleri güçlendirebilen bir geliştirme motorudur’.
Kurucusu
olduğu Funleo vakfı ile şef Leonor
Espinosa ve kızı Laura Hernández, gastronomi turizminin tanıtımından, ürünlerin
ticarileştirilmesine kadar bir çok alternatiflerle Kolombiya kırsalının
gelirini artırmak için kamu ve özel kuruluşlarla işbirliği içinde geliştirdiği
modelleri bizlerle paylaşıyor.
50 Best
tarafından, Latin Amerika’nın En İyi Kadın Şefi seçilen ve Basque Culinary
Prize’ın sahibi olan Leonor Espinosa öncülüğünde Kolombiya, gastronomi
sahnesinde dikkatleri üzerine çekmeye başladı. Kolombiya’nın gelişimini misyon
edinen tecrübeli şef, Bogota’da bulunan restoranı Leo dışında, ülkesinin kırsal
topluluklarında taahhüt ettiği kalkınma projeleri ile oldukça yankı buldu.
Basque Culinary
Prize’dan aldığı yaklaşık 100.000 dolarlık para ödülünü de, kendi kurduğu
sosyal değişim platformu ‘FUNLEO’ için kullanan Espinosa, gastronomiyi
kullanarak çevresel ve toplumsal bir fark yaratmak istiyor.
FUNLEO’yu,
Kolombiya kültürlerinin ve mutfak geleneklerinin, kültürel miraslarına
dayanarak güçlendirilmesine ve yayılması için çalışmalar yürüten bir
organizasyon. Açlıkla mücadele, gençlik kampları, tüketici bilinçlendirme ve
üreticilere destek fonu yaratma gibi faaliyetler, Espinosa’nın çalışmalarından
yalnızca birkaçı. “Kolombiya mutfağını tanıtmak ve oyuncularını güçlendirmek
için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz” diyen Espinosa, Leo’nun hemen ardından
bir süre önce, ikinci restoranı Misia’yı da hayata geçirdi.
Kolombiya
Şaraplarında ki çıkışı LEO’nun sommelieri Laura Hernandez Espinosa birlikte
anlatacak.
Türkiye’de sosyal gastronomi konusunda çalışan ve iki yıl üst üste Basque Culinary Center tarafından dünyanın en iyi 10 şefinden biri olarak seçilen Ebru Baybara Demir’in sunumu ile Leonor Espinosa ve Laura Hernandez Espinosa Zirve sahnesinde…
Sürdürülebilir Yeni Protein Kaynakları Tasarımı
Katherina Unger / Endüstri Tasarımcısı
Hangisini seçersin ? Tavuklu, Etli, Sebzeli ya da Böcekli ?
Böcekler ve yosunlar, birçok Uzakdoğu ülkesinde temel besin kaynağı olarak tüketilirken bizim için neredeyse ‘imkansız’ bir seçenek mi ?
Bir gün bu soruyla karşılacağımız gerçeği bizi düşündürmeli mi ?
Hong Kong’da yaşamaya başladıktan sonra gıdaya bakış açısı değişen Katharina Unger, insanlar için sağlıklı bir dünya için sürdürülebilirlik kaygısıyla 2015 yılında LIVIN FARMS’ı kurdu. Dünyayı beslemek için alternatif proteinler üretmek amacıyla böcek yetiştiren sistemler geliştiriyor.
Gastronomi Şehirleri
birbirine bağlanıyor ve herkes için gastronomik ilgi alanlarına dönüşüyor !
Pierre Sanner | Directeur de la Mission française du patrimoine et des cultures alimentaires.
“Gastronomi
mirasının geliştirilmesi ve geleceğe aktarılması ulusal ve uluslararası boyutta
çok disiplinli bir kültürel alan oluşturulmasıdır.’’
‘Fransız
Gastronomik Yemeğinin’ Unesco tarafından
Kültürel Miras olarak tescillenmesi ile yetinmeyen Pierre Sanner Gastronomi
Şehirleri Rotasını genişleterek bu şehirlerde gastronomik deneyim ve eğitim
alanları oluşturuyor. Sadece turizm amaçlı değil üstelik; gıda ve deneyim
meraklıları, araştırmacılar, tasarımcılar, üreticiler, çocuklar ve öğretmenler, sanatçılar, yabancı
öğrenciler ve elbette gezginler için…
Gastronomi Şehirleri Rotası kurgusunda Dijon, Tours, Bordaux, Lyon ve Paris-Rungis ilk kez gastronomik miras olarak konumlandırılıyor ve UNESCO tarafından onaylanan yönetim planı, eğitim, dokümantasyon ve araştırma çalışmaları yoluyla iletişimi teşvik etmeyi ve büyük ulusal kültürel etkinliklere entegrasyonu amaçlayan eylemlerin uygulanması yönünde çalışmalar yapıyor.
Gelişen F&B sektörü
ile değişen Gayrimenkul Dünyasında yeni iş birlikleri
Gamze Cizreli | Big Chefs kurucu ve ortak
Jonathan Dougty | Global Head of Foodservice, Leisure and Placemaking at ECE.
Restoran endüstrisi büyüyor ve yeni yatırımlarda belirleyici bir unsur olarak öne çıkıyor. Teknolojinin modern evrimi, tüketici davranışları ve insanların yaşam tarzı gastronomik yatırımlar için büyük fırsatlar sunuyor. Bu anlayışta oluşan yeni iş birliklerini başarılı girişimci ve Turyid Başkan Yardımcısı ve Big Chefs Kurucusu Gamze Cizreli ve Jonathan Dougty’den (Global Head of Foodservice, Leisure & Placemaking) dinleyeceksiniz.
Londralıların
zihninde gece yemeği Kebaptan öteye
geçemeyen Türk Mutfağı iki genç şefin ustalıklı yorumu kalplerde yeni bir yer
açıyor.
Kıbrıs
kökenli şef Selin Kiazım Oklava ve
Kyseri ile menüsünde köfteden katmere uzanan geniş bir seçki sunuyor. Civan
Er ise Soho’ Yeni Lokanta’da sade ve köklü mutfak anlayışı ile yarattığı
mantısı ile konuşuluyor.
Bill
Knott Financial Times How to Spend It köşesinde yeme içme dünyasını tüm
çeşitliliği ile yazıyor.
Londra’da parlayan yeni Türk mutfağının gururu hepimizin.
Neşe Aksoy Biber &Berrin Bal Onur
Türk Peynirlerinin Sınır Tanımaz Yolculuğunda Anadolu’dan sofralara gelen süreci ve profesyonel yaklaşımın beraberinde gelen başarıyı aktarıyor.
Yatırımcılar için yeni iş birlikleri ve stratejiler !
STEFAN BREG | Group Strategy Director at Keane
Dubai restoran sahnesinin hızlı büyümesi ve gelişmesinin arkasındaki fenomeni, Pazarın Londra, Avrupa şehirleri ve Bangkok gibi Güneydoğu Asya şehirleri ile farklı bir şekilde nasıl büyüdüğünü ve son 60 yılda küresel restoran sahnesinin sosyolojik değişimini gündeme taşıyor.
FURİO BATTELİNİ | Enologo e Direttore Tecnico presso Agraria Riva del Garda
Agraria
Riva del Garda Şarap ve Zeytinyağ üretiminde en üst kalitede üretim yapan 1000
çiftçi ile birlikte tarımsal ve teknik gelişimden, ürününün toplanmasına kadar
her aşamada destek üreten bir kooperatiftir. Bugün dünyadaki en tanınmış zeytinyağı
şirketleri arasında bu kooperatifin yer almasının arkasındaki çalışmaları ve yaklaşık
otuz yabancı ülkeye ihracat yapma
sebeplerini genel müdür Furio Battelini’den dinleyeceğiz.
Furio
Battelini’yi Gamberi Rosso editörülerinden Mamma Mia ve Üzümler ve İnsanlar
kitaplarının yazarı Elvan Uysal Takdim ediyor.
Günümüzde birçok insanın favori içeceği olan ve ülkemizde de neredeyse siyah çay ile yarışacak düzeye gelen KAHVE, sadece zevk içeceği midir yoksa sağlığımıza yararı da var mıdır? Bu soruya cevap bulmak için bilim insanları yıllardır birçok çalışma yaptı, bunlarla sizleri bunaltmayı düşünmüyorum tabi ki, sadece sizler için kısa bir derleme yapmaya çalışacağım.
En büyük çalışmalardan biri olan ve 70.000’den fazla kişinin yıllarca izlenmesi sonucu elde edilen veriler SÜT TOZU/KREMA/ŞEKER katılmadan kahve içenlerin, hiç içmeyenlere göre daha az miktarda kalp krizi ve beyin felci geçirdiklerini gösterdi ve sonradan gelen birçok çalışma da bunları destekledi. Genel görüş şu anda sade kahve içmenin (Filtre kahve, espresso, Türk kahvesi fark etmeksizin) kalp damar sağlığı üzerinde olumlu etkilerinin var olduğu yönündedir.
Peki istediğimiz kadar içelim mi? Bu sorunun yanıtını aramak için de birçok analiz yapılmış, muhteşem bir içecek olan ve onsuz yapamadığımız suyun bile aşırısının zararlı olduğu düşünüldüğünde cevabı bulmak çok da zor olmasa gerek. Yakın zamanda yapılan bir çalışmada özellikle haftada 6 kupadan daha fazla kahve içmenin bazı ritm bozukluklarına (Atrial Fibrilasyon) yatkınlığı artırdığı gösterildi. Bir diğer çalışmada ise erkeklerde fazla kahve içmenin kötü kolestrol (LDL) düzeyini artırdığı gözlenmiş. Fakat bu özellikle ailesel kolestrol yüksekliği olan kişilerde gözlenmiş, eğer kolestrol yüksekliği yok ise bu yükselme izlenmemiştir.
Madem ölçülü alındığında kalp ve damar sağlığımızı olumlu etkiliyor, çarpıntım olsa da kendimi içmek için zorlamalı mıyım? Anti-oksidan etkilerinin olduğu bilinen ve yağ yakıcı (lipoliz) etkisinden dolayı popüler diyetlerin vazgeçilmezi kahvenin içerisinde uyarıcı bir madde olan kafein bulunmakta ve hassas kişilerde bir bardak içmek dahi çarpıntı hissi uyandırabilmektedir. Kafein çikolata, çay dahil birçok üründe mevcut; fakat kafein dozları tabi ki biraz farklı. Bir çay bardağı siyah çayda 11 mg kafein varken, aynı miktardaki kahve 41 mg kafein içerir ve bunu bir fincan kahve yaparsanız doz 100 mg’dır. Her insanın kafeine tepkisi farklıdır, bazı insanlar 5 bardak içse dahi bir sıkıntı yaşanmazken bazı insanlar bir bardaktan dahi etkilenebilir. Ritm bozukluklarını tetikleyebilecek kafein bu tür kişilerde yarardan çok zarar getirebilir, yani ilaç gibi görülüp tüketilmesi önerilmez!
Unutmayalım ki kafenin düzenli alım sonrası bağımlılık yaratmakta ve alışılan dozda alınmadığı takdirde baş ağrısı, sinirlilik, anksiyete, bitkinlik yapmaktadır. Birkaç hafta dayanıldığı taktirde tüm bu yoksunluk belirtileri yok olacaktır.
“Kafeinsiz kahvelerin de olumlu etkileri var mı?” Bu sorunun kesin bir cevabı olmamakla birlikte, kavrulmasının yanı sıra ekstra işlemlerden geçerek üretilen bu üründen filtre kahve ve Türk kahvesi gibi daha saf kahveler ile aynı etkilerin beklenmesi pek de akılcı görülmemektedir.
Peki ya çocuklar? Birçok ülkede çocukların kafein tüketmesi 12 yaş öncesinde önerilmez. Çikolatada dahi bulunan kafeini engellemek ne kadar mümkün olabilir? Bu yüzden bazı ülkelerde yaşa göre günlük kafein tüketimi önerileri bulunmaktadır. Bu öneriler şu şekildedir; 4-6 yaş arasında 45 mg/gün, 7-9 yaş arasında 62.5 mg/gün, 10-12 yaş arasında 85 mg/gün, 12 yaş üzerinde 100 mg/gün kafein alımı şeklindedir. Özellikle büyüme çağındaki çocuklarda kahvenin büyüme hormonuna etkilerinden dolayı akşam 18:00 sonrası tüketilmesi önerilmemektedir!
Sonuç olarak size çarpıntı ve huzursuzluk yapmayacak dozu bilip alınan sade kahvenin (krema/süt tozu/şeker olmadan) olumsuz bir etkisi yoktur ve kalp damar sağlığına etkileri de düşünüldüğünde tüketilmesi yararlı gözükmektedir. Aşırı dozda kullanmanın bağımlılık yapıcı etkilerinin olduğu bilinip ölçülü tüketmek oldukça mantıklı olacaktır.
Modern Türkiye’nin, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 85. yıl dönümü. Her geçen sene ülkemiz için yaptıklarına tekrar tekrar minnettar oluyor, vizyonerliğine hayran kalıyor, onu büyük özlemle ve saygıyla anıyoruz. 10 Kasım haliyle her sene buruk geçiyor.
Bu sene Atatürk’ü anarken, konuyu gastronomi ile birleştirmek istedik. Atatürk’ün gösterişten uzak, sade yaşam tarzı yemek alışkanlıklarına da yansımış. Çok yemek yemeyi hem sağlığa zararlı bulan hem de tasarruf etmenin önemine inanan Atatürk’ün sofraları hep sade ve gösterişsiz olurmuş.
Oldukça yalın bir kahvaltı ile güne başlarmış. Bir dilim ekmek ve bir kase yoğurt yiyerek başladığı gününün devamında gazetesini okurken kahvesini içermiş. Kahveyi çok sevdiği ve günde mutlaka birkaç fincan tükettiği söyleniyor.
En sevdiği yemeklerden biri kuru fasulyeymiş, yanında da pilav yermiş. Buna okulda alıştığını söylermiş. Çocukluğunda annesinin mutfağından Selanik usulü ıspanaklı böreği çok sever, yanında da ayran içermiş. Ayran çok sevdiği ve çok sık tükettiği bir içecekmiş.
Akşam yemeklerini davetliler ile birlikte yemeyi seven Atatürk, sofrada uzun uzun vakit geçirmeyi severmiş. Yine bu sofralarda da bamya ve karnıyarık gibi yemekler olurmuş. Et çok sık tüketilen bir besin değilmiş. Davet sofraları da yine sade olurmuş, çeşit çok olmazmış. Atıştırmak istediği zamanlarda ise kavun, tuzlu leblebi ve fıstık en çok tercih ettikleriymiş.
Yemek sonrası elbette ki geç saatlere kadar çalışan ve okuyan Atatürk, acıktığı zaman omlet yermiş. Tatlı ile çok fazla arası yokmuş ama gül reçeli, yoğurt pekmez gibi sade tatlıları arada tüketirmiş. Ayrıca seyahatlerinde ikram edilen yemekleri reddetmez, keyifle tüketirmiş ama günlük hayatında çok çeşitli yemezmiş.
Ulu Önderimizin ölümünün 85. yıl dönümünde onu özlemle, saygıyla ve minnetle anıyor, bize açtığı aydınlık yolda yürümeye devam ediyoruz.
Oldukça uzun bir hazırlama sürecinden geçen, kısık ateşte uzun uzun pişirilmiş sanatsal bir intikam yemeği sunuyor The Menu bizlere. Servis edilen her lezzet ile gerginliğin derinliğine doğru ilerliyoruz ve duyular için özenle hazırlanmış bu şölen, giderek daha da karanlık bir hale geliyor.
Aylar öncesinden rezervasyon ile deneyimleme şansı bulabileceğiniz, her ürününü kendisi özel olarak yetiştiren, bütün duyulara hitap eden ve yemeği sanata dönüştüren bir adada, bir ‘fine dining’ restoranındayız. Bu restoranda çalışan herkes bu adada yaşıyor, her ürün adadan temin ediliyor, restoran misafirleri ve çalışanları dışında adaya hiçbir şekilde ulaşım bulunmuyor. Şefimiz Slowik buranın yıldızı, lideri, en çok korkulan ve saygı duyulan ada sakini. Özenle tasarladığı, travmalarıyla harmanladığı yemekleri film boyunca bir bir deneyimliyor, her bir yemekle birlikte daha da karanlığa doğru ilerliyoruz.
The Menu, Ralph Fiennes, Anya Taylor-Joy, Nicholas Hoult gibi popüler isimleri bir araya getiren bir kara mizah – gerilim filmi. Filmin yönetmeni Mark Mylod, senaristler ise Seth Reiss ve Will Tracy. Fine dining restoranlarının ilkelerine, şeflerin sanatının bir takıntı haline gelmesine, zevksizliğe ve toplumun zengin tabakasına bir eleştiri niteliği de taşıyor. Toplumu alanlar ve verenler olarak ikiye ayırıyor, her birini ayrı ayrı eleştiriyor, yıkım için kabaran bir iştah sunuyor seyirciye.
Hem yemekle ilgili olduğu için, hem de film ilerledikçe gerilim miktarı arttığı için seyircinin dikkatini de uzun süre tutabilen bir film The Menu. Kara mizah ve gerilimin gastronomi ile birleştirilmiş halini izlemek isterseniz tavsiye ederiz, keyif alacaksınız.